19 Ekim 2022 Çarşamba

Yunanistan'da küçük bir sahil kasabası ; Fanari.

 

Ne şanslıyım ki hayatımda harika tatil arkadaşı da olan dostlarım, sevdiklerim var. Çünkü tatil deyip geçmeyin. Normalde çok iyi anlaştığınız arkadaşlarınızla tatil bir kabusa dönebilir. Boşa dememiş atalarımız birini tanımak istiyorsan ya yemeğe ya da yolculuğa çık diye. İşte bu seyahati paylaştığımız sevgili dostum Gül’le öyle mükemmel bir uyum yakaladık ki döner dönmez ikinci seyahati planlamaya başladık bile. 😊


Her ikimiz için de uzun bir aradan sonra tatil hazırlığı yapmak yeterince heyecan vericiyken söz konusu Yunanistan olunca benim için bu heyecan bir kat daha artıyor. Otel rezervasyonu, vize işlemleri, yeşil kart derken yolculuk günümüz geldi çattı. Vize ve yeşil kart konularını daha önceki yazılarımda aktardığım için burada tekrar etmeyeceğim. Bu kez arkadaşımın arabasıyla sabah 06.30 da
Bakırköy’den yola çıktık. Hedefimiz günü kaçırmadan Fanari'ye varmak ve  kendimizi Ege’nin masmavi sularına atabilmekti. 

Geleneksel Meriç geçişi fotoğrafı olmazsa olmaz :) 


Tekirdağ civarında bir kahvaltı molası vererek keyifli bir yolculukla İpsala’ya ulaştık. Gümrük kapısı yeniden düzenlenmiş, yeni binalar, görkemli bir tak yapılmış falan ama gerek var mıydı tartışılır. Temel ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak daha sade bir mimariyle hem daha şık hem de daha az maliyetli hudut kapısı kompleksi yapılabilirdi diye düşünüyorum. Neyse biz kolayca işlemlerimizi halledip iki kapıdan da hızlıca geçtik ve ver elini Fanari. İpsala dan başlayan Egnatia Odos otoyolu ülkenin doğusundan batısına kadar uzanıyor. Sürücülere rahat ve konforlu bir yolculuk imkanı veren otoyol ayrıca Avrupa'nın da en önemli geçiş noktalarından birisi.



Güzel Yunan müzikleri ve pitoresk manzaralar eşliğinde otelimize vardık. Özelikle Gümülcine sapağında Fanari'ye doğru otoyoldan ayrılınca neredeyse otelin bahçesine kadar sağlı sollu pamuk tarlaları yolu bir kat daha keyifli hale getirdi. Oteli her zaman olduğu gibi www.booking.com dan ayırtmıştım. Otelin konumu gerçekten çok güzeldi. Odalar, kahvaltı ve otel sahibinin ilgisi de buna eklenince fiyat/performans olarak oldukça iyiydi. 


Odamızın gün batımı manzarası bu. Sabahları ise onlarca farklı kuş türünün senfonisi gerçekten doyumsuz bir keyif. 

Türk Lirası'nın  Euro karşısında aşırı değer kaybetmesine rağmen, Yunanistan'da hala gayet ekonomik bir tatil yapılabileceğini göstermek açısından, bu yazımın sonunda ilk defa bazı fiyatları sizlerle paylaşmak istiyorum. Hele yıllardır gittiğimiz bazı otellerin oda kahvaltı fiyatlarını öğrenince bu paylaşımı yapmak farz oldu.

Daha önce Fanari’yi sizlere anlatmamış olmama hayret ederek tatil boyunca hem notlar aldım hem de instagram hesabımdan bol bol paylaşım yaptım. Eylül başı olmasına rağmen hava çok güzeldi ve de Yunan halkı dışında neredeyse bizden başka Türk veya başka bir milletten turist yoktu. Bence zaten Yunanistan tatili için Eylül en güzel ay. 

Fanari, Komotini yani Gümülcine’nin bir nevi sayfiyesi olan küçük bir kasaba. Yaz kış yaşayan bir yer  ama yazlık evler de oldukça fazla. Yazlık nüfusu kıştan yüksek elbette. Otele giriş yapıp şöyle yalandan yerleştikten sonra plaj çantalarımızı kapıp doğru Arogi plajına attık kendimizi. Otelden arabayla beş dakikalık mesafede olan – ki istenirse çok rahat yürünür - bu plajlar bölgesinde sırayla tesisler var. Tesis dediysem de öyle dört başı mamur betonarme binalardan falan söz etmiyorum. Bütün tesislerde yapılar demonte, saz gibi, ahşap gibi doğayla dost malzemeler kullanılmış, tuvaletler portatif. Tüm Yunanistan'da olduğu gibi burada da deniz ve kumsal kimsenin mülkiyetinde değil. Herhangi bir tesise gelip havlunuzu veya şezlongunuzu koyup güneşlenebilir ve denize girebilirsiniz. Eğer şemsiye, şezlong, duş, tuvalet gibi tesise ait imkanlardan faydalanmak istiyorum derseniz tüm gün için sadece bir kahve, bira veya herhangi bir şey içmeniz yeterli ki onun da kişi başı maliyeti 3 ya da 4  Euro . 


Pek çok plaj tesisi var ama önceki yıllardan kalan alışkanlık olsa gerek ayaklarım beni hep Anemos'a götürüyor. Gül'de çok sevdi bu plajı o yüzden farklı bir yer denemedik. Zaten koşullar hepsinde aynı.

Muhteşem deniziyle Arogi plajlar bölgesi.






Bir kış tatilinden paylaştığım eserim:)




                                                          














Ve Eyül sonu gibi tüm tesisler toparlanıp gidiyor. Bir dahaki yaza kadar sahil deniz kuşlarına, hırçın dalgalara, kıyıya vuran deniz kabuklarına kalıyor. Nereden biliyorum derseniz bir kış seyahatinde Dedeağaç’tan Fanari’ye gitmiştik gezmek ve yemek yemek için. Sahile gittiğimizde  inanamamıştım, bir tek şemsiye bile kalmamıştı. Yazın o rengarenk, cıvıl cıvıl plajları gitmiş ıssız, bakir bir koy kalmıştı geriye. 


İlk akşam yemeği, heyecan dorukta. To Limani taverna benim zaten çok tercih ettiğim bir yerdi . Birkaç farklı restoran denedik ama Gül de benimle aynı kanıya vardı ; kesinlikle en iyisi To Limani. 


Adından da anlaşılacağı gibi To Limani liman manzaralı.

Fanari merkezde yer alan kafelerde yemek öncesi bir şeyler içip muhteşem gün batımını izleyebilirsiniz.

Biz de aynen öyle yaptık.

Günlerimiz genel olarak kahvaltı, plaj ve akşam taverna üçgeninde geçtiği için her şeyden önce çok dinlendirici bir tatil olduğunu belirtmek isterim. Çünkü daha önce de bahsettiğim gibi plaja araba ile beş dakikada varmak, akşam yemeği için ise merkeze yürüyerek gidip dönmek paha biçilemez bir tatil konforu gerçekten. 


Aziz Nikolaos Kilisesi

Deniz, kum, güneş tatili dediysem de yine de yakın yerlere kısa kültür ve alışveriş gezileri de yaptık elbette. Bunlardan ilki daha önce de birkaç kez gittiğim Fanari ve Porto Lagos arasındaki Aziz Nikolaos  Kilisesi. Vistonida Gölü üzerinde yer alan kilisenin hem kendisi hem de bulunduğu ortamın fauna ve florası o kadar etkileyici ki kolay kolay ayrılamıyor insan. 


Fanari gibi pek çok kasaba ve köyün içinde bulunduğu bölge Nestos Deltası ve Vistonida Gölleri Ulusal Parkı olarak geçiyor. Özellikle kuş türleri açısından oldukça zengin bir ulusal park ve elbette hepsi koruma altında. Kiliseyi gezmeye gittiğinizde yakınındaki Porto Logos balıkçı köyünü de ziyaret edebilir, sahildeki tavernalarda yemek yiyebilirsiniz.

Çevreyi daha detaylı gösterebilmek açısından buraya bir de video bırakıyorum.


 


Bir diğer gezi noktamız ise Batı Trakya’nın en önemli yerleşim yerlerinden biri olan İskeçe. Günümüzde modern bir kent kimliği taşıyan İskeçe'de Türk nüfusun oranı çeşitli kaynaklara göre değişiklik göstermekle birlikte yaklaşık %43 civarında. Doğal güzellikleri, tarihi zenginliği ve festivalleriyle renklenen kültürel yaşantısı ile görülmeye değer.


Her yerde olduğu gibi burada da kent merkezinde daha çok modern yapılar, iş merkezleri, resmi kurumlar bulunuyor.

Ama yeşil, çok yeşil...

Yunanca adı Xanthi olan bu kent Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan nostaljik sokaklarının yanı sıra, bir üniversite şehri olması nedeniyle pek çok restoran, kafe ve eğlence yeriyle de oldukça popüler.

Kahve molası.

Fanari'den İskeçe'ye gelirken otoyola çıkmayıp ara yoldan gelmenizi şiddetle tavsiye ederim. Yukarıda da bahsettiğim gibi bölge zaten milli park kapsamında. Yol boyu köyler, kasabalar, bereketli tarlalar, üzüm bağları, zeytinlikler, meyve bahçeleri... İnanın kıskandım. Bu kadar bereketli, verimli ve bakımlı tarım arazilerinin olduğu bir bölgeyi uzun zamandır hiç bir yerde görmedim.


İskeçe'de evlerin bahçelerinden bile bereket fışkırıyor.









Havanın çok sıcak olması nedeniyle biz kısa bir şehir turu, bir kahve molası ve biraz alışveriş yaparak Fanari’ye dönüp kendimizi serin sulara attık. Ama siz isterseniz Ekim veya Kasım aylarını tercih edebilir,  hem müzelerini gezebilir, hem de yakın yerlerde coğrafi keşifler yapabilirsiniz. Hatta  belki Drama ve Kavala’yı gezi programınıza ekleyerek gezinizi zenginleştirebilirsiniz.




Geçtiğimiz yıllarda - ki en yakın pandemi öncesi dersek nereden baksan en az iki yıl- plaja giderken yol kenarında bir karavanda köfte, kebap gibi ekmek arası yiyecekler satan bir kantina (Yunanistan'da yiyecek satan karavan tipi mobil araçlara öyle diyorlar) görmüştük. Sahibi Arnavut kökenli çok sempatik bir adamdı. Yarım yamalak Türkçesiyle epey sohbet etmiştik. Ve kebapları, köfteleri o kadar lezzetliydi ki tatil süresince her öğlen orada yemiştik. Bu tatili planlarken de yine yapılacaklar listesine  "Arnavut abinin kantinasında  mutlaka kebap yenecek" maddesini eklemiştim. Ve fakat ilk gün plaja giderken yol boyu bakındım ama kantina yoktu. İkinci gün yine yok, üçüncü gün hala yok :( Tam ümidi kesmiştik ki Cumartesi yani hafta sonu plaja giderken mavi kantina gelmişti. Tabi öğleni zor edip doğru kebap yemeye. Bir kişinin zorlukla yiyebildiği kocaman bir pide arasında kebap, taze kızarmış patates, garnitür ve kolaya kişi başı 4,5 Euro verdik. Yani şöyle söyleyeyim porsiyon o kadar büyüktü ki akşam biz hala acıkmamıştık. Üstüne bir de Arnavut abi bize birer tane de şeftali ikram etmez mi? Daha ne olsun 😍 



Yazarken bile canım çekti desem :)


Her zaman olduğu gibi sayılı gün çabuk geçti ve tatilin son gününe geldik. Ama biz bitti demeden tatil bitemezdi 😄 Tatilin son günü İstanbul'dan sevgili arkadaşlarımız Yeşim ve Bora " hafta sonu Dedeağaç'a geliyoruz, Pazar günü Makri'de plajda buluşalım" demez mi. Tabi ki teklifi memnuniyetle kabul edip sabah erkenden kahvaltımızı yaparak otelden ayrıldık ve ver elini Dedeağaç. Daha önce Makri'de Agia Yorgi'nin plajında denize girmiştik ancak çok beğenmemiştik. Ama arkadaşlarımızın daha önceki tatillerinden tecrübe ettikleri Nama Beach'in gerçekten hem tesisi hem denizi efsaneydi. 










Yaza veda etmek ve deniz sezonunu kapatmak için daha iyisi olamazdı herhalde. Çok geç saate kalmamak için Gül ve ben saat 15.00 gibi yola çıkmayı hedeflemiştik. Arkadaşlarımız zaten bir gün için geldiklerinden günü sonuna kadar kullanıp geç saatte çıkmaya karar verdiler. Ama bu güzel buluşma ve sezon finali bir yemek yemeden bitemezdi elbette. 

Taverna Agia Paraskevi

Yazının başında da bahsettiğim gibi şimdi sizler için birkaç örnek harcama kalemini paylaşmak istiyorum. 

2 kişi için 4 gece oda kahvaltı konaklama: 5800 TL
15 günlük yeşil kart : 856 TL 
Gidiş - dönüş benzin: 1156 TL
İki adet duble kahve ( yanında ikram edilen iki dilim kek ve bir büyük şişe buz gibi su dahil) : 5 Euro
Akşam yemekleri de ne yediğinize bağlı olarak elbette değişiyor ama kesinlikle ülkemizin gözde (!) tatil beldelerinden çok çok ucuz. 
Bu arada market alışverişi de yaptık. Aldıklarımızı ve rakamları buraya hiç yazmayayım da iyice üzülmeyin bari.😉

Aynı denizi, aynı coğrafyayı, hatta aynı kültürü paylaştığımız komşu ülkede, içimiz rahat, kazık yeme korkusu olmadan bütçemize göre bir tatil yapmanın keyfini yaşadık.  Dünyada eşi benzeri olmayan güzellikleri barındıran ülkemizde de aynı şartlar ve aynı duygularla tatil yapabilmek umuduyla...

Neyse biz yine yazımızı iyi dileklerle bitirelim. Gidebildiğiniz, gezebildiğiniz kadar gezin. Çevrenize alıcı gözle bakın, doğayı dinleyin, gözlemleyin, sokağınızdaki asırlık çınarın altında oturun mesela ya da  mahallenizdeki bir pastanede kahve için, komşularınızla selamlaşın, sohbet edin, vapura binin ve simidinizi martılarla paylaşın ...nereye, ne kadar, varabilirseniz.  
Sevgiyle,

11 Mart 2022 Cuma

Balkanların Hüzünlü Şehri ; Saraybosna.


 

Yıllardır Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgasını bizzat yerinde görelim diye bir kış günü yola düştük. Yoksa www.flypgs.com dan ucuz bilet bulmamızın ve vizesiz gidilebiliyor olmasının hiç etkisi yok 😊. Farklı dinleri bünyesinde bulunduran bir şehir olduğundan bir ihtimal noel pazarlarına denk gelebilme ihtimalinin bende yarattığı ekstra heyecanla, 16 Aralık 2021’de Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan 15.15 uçağı ile Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’ya hareket ettik.

Saraybosna deyince hepimizin aklına iki önemli olay geliyordur muhtemelen. 1914 de Arşidük Ferdinand’ın suikasta uğraması ile 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve elbette 1992 – 1996 yılları arasında tüm dünyanın gözü önünde yaşanan ve çocuklar da dahil binlerce insanın Sırp askerleri tarafından katledildiği Bosna Savaşı ve Saraybosna kuşatması. Detaylarına çok girmek istemiyorum, zira Google’a Saraybosna yazdığınızda her iki konu ile ilgili son derece detaylı makaleler çıkıyor. Arzu eden okuyabilir veya bu konuda çekilmiş filmleri izleyebilir. Her ne kadar detay vermeyecek olsam da üç günlük Saraybosna gezimizde savaşın izlerini ve acımasız yüzünü sürekli hatırladık. Bu özel yerleri ve hislerimi yeri geldikçe sizlerle paylaşacağım.



Kentin ve ülkenin tarihi geçmişi de oldukça zengin. Uzunca bir süre Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinde kalmasından kaynaklı doğu ve islam kültürü, Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilince batı kültürü ile harmanlanarak aslında biraz da kaotik bir yapıya bürünmüş. Bugün de halen üç dinin ibadethanelerini şehirde görmek mümkün olduğu gibi bu çok kültürlülük, yemeklerinden müziğine, giyim kuşamdan yaşam tarzına kadar pek çok şeye sirayet etmiş. Kısaca bu bilgileri aktardıktan sonra gelelim bol fotoğraflı ve ne yedik ne içtik ne harcadık gibi günümüz koşullarını aktarmaya çalışacağımız bölüme.

Kaldığımız otelden çıkınca birkaç adımda kendimizi bu caddede buluyorduk ki bu cadde Saraybosna'nın kalbi Başçarşı'nın başlangıcı.

Kentin nerdeyse kalbinde olan Hotel Story’de kaldık. Rezervasyonumuzu her zaman olduğu gibi www.booking.com dan yapmıştık ve yine yanılmadık. Odalar çok yeni ve büyük değil ama yeterli. Fakat kahvaltısı gerçekten olağanüstüydü. Ve de konumu tabi ki. Özellikle soğuk havalarda -ki biz gittiğimizde kar vardı- gün içinde istediğimiz zaman otele dönebilmenin rahatlığı bence çok kıymetli.

Bosna Hersek henüz AB üyesi olmadığından kendi para birimi var. Fakat bu para birimi (Konvertibl Mark) tam üyelik için hazırlık sürecinde olmaları nedeniyle kendilerine AB tarafından tanımlanmış ve değerlendirilmiş. Değeri ise euro'nun tam yarısı. Peki bu ne demek oluyor? Şu demek oluyor; örneğin bizim ülkemizde 1 € = 10 TL -ki değil çok daha yüksek-  1 KM = 5 TL . Tabi biz bahtsız bedeviler bu seyahati yaptığımızda ülkemizde euro ve dolar şaha kalkmış, biri 18 biri de 20 liraya merdiven dayadığından 1 KM yaklaşık 9.50 lira olmuştu. Siz gideceğiniz tarihteki euro kurunu baz alarak gerekli güncellemeyi yapabilirsiniz. Hal böyle olunca bir çayı 25 liraya içmek baya dokundu haliyle 😟.

Şöyle hemen sıcağı sıcağına birkaç mekan ve fiyat paylaşayım o halde. Gitmeden önce her zaman olduğu gibi araştırma yaparken yiyecek konusunda köfteci, börekçi, tatlıcı dışında öneriye rastlamadım desem yeridir. O nedenle siz de bizim gibi özellikle akşamları gidilen yerin yerel tatlarını, içkilerini ve belki müziğini bulabileceğiniz mekanlar arıyorsanız faydalı olabilir bu önerilerim. İlk akşam çok yorgun olduğumuz ve de henüz keşif gezisi yapmadığımız için otelin hemen yanındaki bir İtalyan restoranına konuşlandık. Salata, et ve şaraptan oluşan mönümüz bizi oldukça memnun etti. Hem fiyatlar konusunda fikir verebilmesi açısından hem de restoranın ismini görebilmeniz için mönü kartının bir kısmını paylaşıyorum.


İkinci gün öğlen meşhur cevapi yani köfte yediğimiz için akşam pek acıkmamıştık. Geç saatlere kadar dolaştık, sonra otele geçip biraz dinlendik ve kendimizi Başçarşı sokaklarına attık. İçimizden geçense şöyle aperatif bir şeyler eşliğinde biraz müzik ve hatta mümkünse Boşnak sevda türküleri yani sevdalinka dinlemekti. Dışardan bakınca tam istediğimiz yer gibi duran bir kaç masalık bir mekan bulduk ara sokakların birinde. Canlı müzik de var dediler ve bizi buyur ettiler. Bir kadın solist, bir iki müzisyen, yerel halktan herkesin birbirini tanıdığı bir müşteri profili, buraya kadar her şey güzel. Fakat hem müzik hem servis ve hem de servis yapan kadının aksiliği tam bir hayal kırıklığı oldu ve biz apar topar kalktık mekandan. Mekanın fotoğrafını yan tarafa bırakıyorum,  yolunuzu düşürmeyin derim.
Son akşam ise daha önce gitmek istediğimiz ancak yer olmadığı için gidemediğimiz bir restorana gündüzden rezervasyon yaptırdık. Dışardan gözümüze çok hoş gelen bu mekanın içi de, mönüsü de, personeli de çok iyiydi. Hele o akşam deneme fırsatı bulduğumuz Bosna'nın meşhur erik rakısı Sljiva gerçekten harikaydı. 


Restoranın adı yukarıdaki gibi yazılıyor ama Cenita diye okunuyormuş ve bir isimmiş.


Bir de gün içinde yorulduğumuzda veya üşüdüğümüzde uğrayıp bir şeyler içtiğimiz bir bar var. Bar dediysem çay, kahve, içki her şey var bu sıcacık mekanda. Personel de çok güler yüzlü. Ve en önemlisi fiyatları çok uygun gerçekten. Milli kütüphanenin arka köşesinde yer alan bu güzel mekana ait bir iki fotoğraf bırakıyorum aşağıya.



Bunun dışında elbette çok methedilen börek, trileçe ve köfte yemeyi de ihmal etmedik. Yediğimiz yerleri isim ve fotoğraflarıyla aşağıya koyacağım. Ama kendi adıma şunu söylemeliyim ki benim teyzelerim- ki biri rahmetli oldu nurlarda yatsın - bir börek yaparlardı üstüne tanımam. Zaten biri Boşnak diğeri de Arnavut geliniydi. Yani demem o ki ben çok matah bulmadım. Cevapi dedikleri köfte ve trileçe içinse hadi idare eder diyelim. 

Saraybosna'nın tavsiye edilen iki börekçisinden biri Buregdzinica Sac.

Bir Galatasaray'lı olarak cevapi (köfte) yenecekse tabi ki eski futbolcumuz Tarık Hodzic'in mekanı tercih edilecekti. İki köfte, iki kaymak dedikleri yoğurt benzeri şey ve de iki biraya toplam 26 KM ödedik. 

Mönüden de anlaşılacağı gibi trileçe için mekanımız yine çarşı içindeki Slatko idi.

 

Bunun dışında bolca kafe, bar, tatlıcı, nargile içilen kahvehane bulabilirsiniz. Özellikle hafta sonu barlar tıka basa dolu ve  kapılarında da kuyruk var. Tabi biz pandeminin göbeğinden gidince buralara hiç yanaşmadık. İnsanların rahatlığını görünce biraz araştırdık ve gördük ki Bosna'da salgın neredeyse bitmiş. Mesela 17 Aralık 2021 günü ülkedeki toplam hasta sayısı 630'du. Hal böyle olunca bazı yaşlılar ve bizim dışımızda kimse maske takmıyordu. 

Yazının başında da dediğim gibi keyifli keyifli kenti gezerken savaşın izleri birdenbire karşınıza çıkıveriyor ve sizi olduğunuz yere çiviliyor. Arkanızı dönüp gidemiyorsunuz, içinizden ağlamak geliyor, boğazınız düğümleniyor çaresizce kalakalıyorsunuz olduğunuz yerde. 


Savaş sırasında günde yaklaşık 1000 kişinin geçiş yaptığı tünelden kuşatma altındaki şehre silah, ilaç ve gıda taşınmış. Umut Tüneli 800 metre uzunluğunda ve 1 metre genişliğinde. Üstteki totoğrafta gördüğünüz ev bir aileye ait ve tünel o evin altından başlıyor. Evin her yeri kurşun delikleriyle dolu. Günümüzde müze haline getirilmiş ve tünelin sadece 20 metrelik kısmı ziyarete açık. İçeride video gösterimleri var. O dönem çekilmiş filmleri izleyebilir, tünelin o kısacık bölümünde yürüyerek  çaresizliği iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Tünel şehrin epey dışında ve hatta hava alanının dibinde. Dönüşte uçağımız kalkarken yanından geçtik. Tünele gitmek için merkezden tramvayla son durağa gittik, oradan bir otobüse bindik ve Ilica adında bir kasabaya geldik. Oradan da yine bir başka otobüse geçerek tünelin olduğu köye geldik ve üstteki ikinci fotoğrafta gördüğünüz son durakta inerek on dakika yürüdük. Çok ıssıs bir yer gibi görünüyor ama köyün içinden yürüdüğünüz için son derece güvenli merak etmeyin. Tabi siz bu uzun yolu seçmeyip direk taksiye de binebilirsiniz ama biraz pahalıya mal olur. 

Beni en çok yaralayan anıt. Savaşta ölen çocukların isimleri, doğum ve ölüm tarihleri. Çoklar ve çok küçükler. Başka bir şey yazmaya gerek yok bence.

Bosna Gülü ; şehrin her yerinde karşınıza çıkıyor. Savaş ve yıkım unutulmasın diye bombaların düştüğü yerlere bu resmi yapmış Saraybosna halkı.

Bunların dışında her an karşınıza yakınlarını kaybetmiş bir savaş mağduru, bir savaş müzesi veya duvarları delik deşik bir apartman çıkabiliyor. Çoğuna dokunmamışlar, insanlık görsün ve utansın diye. Ama gariptir ki ben biraz gecikmiş bu yazıyı yazarken dünya başka bir savaşı konuşuyor. Rusya ve Ukrayna arasında yine liderlerin hamasi söylemleriyle alevlenen, yine çocukların, yine masum kadın ve erkeklerin, yine hayvanların, kısaca yine insanlığın öldüğü bir savaş yaşanıyor. Demem o ki alnının ortasına yazsan, gözünü para ve güç hırsı bürümüş insanoğlu yine utanmayacak, yine savaşacak, yine öldürecek. 

En iyisi bir kaç fotoğraf ve bence gezinin en keyifli kısmı olan Trebevic dağı bölümüyle devam edelim Aksi halde bu konulardan çıkamayacağım.

Fatih Sultan Mehmet Camii

Gazi Hüsrev Bey Müzesi

Gazi Hüsrev Bey Camii

Saat Kulesi


Sebil



 


Milli Kütüphane



Sırp Ortodoks Kilisesi

Bakmayın güldüğüme, zira oturduğum yer yine bir savaşla ilintili. 1.Dünya Savaşı'nın başlamasına vesile olan Latin Köprüsü.

İsa'nın Kalbi Katedrali

St. Anthony Kilisesi


Adından da anlaşılacağı gibi bir inatlaşmaya sahne olan İnat Evi şu an yerel yemekler yapan bir restoran olarak hizmet veriyor.

Morika Han; Tıpkı Bursa Koza Han benzeri Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyor.  

Başçarşı


Yukarıdaki fotoğraf Başçarşı'da hemen her dükkanda görebileceğiniz manzara. Lokumlar, bakır eşyalar, kilim desen cüzdanlar ve de çakma çantalar. Size bir yeri hatırlatıyor değil mi? Evet aynı Mısır Çarşısı. İşin daha komiği Bosna Hersek'te neredeyse hiç üretim olmadığından bütün bu malların Türkiye'den gitmesi. Çarşının sadece mimarisi çok özgün ve korunmuş o kadar. 

Gelelim en keyifli kısma Trebevic dağı (1629 m). Şehrin içinden yürüyerek gidilen bir teleferikle 7-8 dakikada çıkılan  harika bir coğrafya. Sırtınızı Milli Kütüphane'ye verin ara sokaklardan on dakika da istasyona varıyorsunuz. Zaten her yere tabela koymuşlar. Kişi başı gidiş dönüş 20 KM ödeyerek son derece modern bir teleferikle güzel bir yolculuk yapabilir, çam ağaçları arasında karda yürüyebilir ve yukarıdaki kafede çayınızı kahvenizi içebilirsiniz. Mekanın ve ortamın tek eksiği sıcak şarap olmaması. Tabi bir Türk olarak insanın canı sucuk ekmek de çekmiyor değil 😊. Baharda veya yazın gidiyorsanız gidişi veya sadece dönüşü yaklaşık iki saat süren işaretlenmiş yürüyüş parkurundan yapabilirsiniz. Trekkingciler için çok güzel hazırlanmış tabelalar ve parkurlar var. Ancak kış koşullarında hele turistler için çok uygun değil elbette. Şimdi aşağıya bolca fotoğraf ve de teleferikten çektiğim bir videoyu koyacağım. Beğeneceğinizi umuyorum.






Bir de güzel kar yağıyordu...



Uzun bir aradan sonra ilk seyahatimizi Bosna Hersek'e yaptık. Her ne kadar beklentimin altında kalsa da farklı yerler görmek, farklı kültürler tanımak güzel. İmkanları ölçüsünde gezmeli insan fırsatı varsa. Yarına ertelememeli. Sonra gözle göremediğimiz bir virüs geliyor bizi yıllarca eve hapsediyor. Ya da koşullar değişiyor, insanlar değişiyor, hayat değişiyor. Elinde "gidilecek ülkeler, görülecek yerler, tadılacak lezzetler" listesiyle kalıveriyorsun. O nedenle erteleme, vazgeçme, üşenme. Şehrindeki ormanı gör mesela, mahallendeki kiliseye git, bir müzede atalarını yad et, bir sergi gez ve ruhunu yıka, veya Mimar Sinan'ın eseri bir camide dua et. Hangisine vaktin varsa, canın hangisini isterse. Yeter ki gez, gör ve hisset.