18 Mayıs 2020 Pazartesi

Noel Pazarlarının Yıldızı; Alsas Bölgesi.



2019 yılı Kasım ayının sonunda gerçekleştirdiğimiz bu gezinin yazısını hazırlamaya döner dönmez başlamıştım aslında. Fakat sonra araya iki taşınma ve görev yaptığım sivil toplum platformunun yoğun programları girince yazı işi tavsadı. Ta ki Covit-19 virüsü kapımızı çalıp evlere kapanana kadar. Corona karantinasının ilk günleri biraz şaşkınlık, temizlik ve alışveriş döngüsünde geçtikten sonra uzun zamandır yapmaya fırsat bulamadığımız kişisel işlerimiz, hobilerimiz ve okunmayı bekleyen kitaplarımız birer birer saklandıkları yerden çıktılar ve dört duvar arasındaki hayatımızı renklendirdiler. Umarım bu zor günleri bir an önce en az hasarla atlatıp normal yaşamlarımıza döneriz. Sadece ülkemizi değil tüm dünyayı etkisi altına alan bu salgın, ne kadar sürecek ve nasıl gelişecek bilinmez ama şu bir gerçek ki hayatlarımızda çok şey değişecek. Kendi adıma aldığım her nefesin, yediğim her lokmanın, bir fincan kahvenin, dost sohbetlerinin kısacası sahip olduğum her şeyin, yaşadığım her anın kıymetini daha çok bileceğim. Hepimize sağlık ve esenlik dileyerek masal diyarı Alsas yazımla sizleri baş başa bırakıyorum.


Hayal et, gerçek oluyor … demiştim geçen sene Noel zamanı Brüksel ve Brüj  seyahatimiz sırasında.  Ve o gezinin dönüşünde bu kez gezginlerin yeni gözdesi Strasbourg ve Colmar süslemeye başladı hayallerimi. Bu iki şehrin de içinde yer aldığı bölgeye Alsas Bölgesi (Fransızca ; Alsace) deniyor. Fransa’nın kuzeydoğusunda Ren nehri boyunca uzanan bölge, Noel zamanı olduğu kadar bahar aylarında yapılan Şarap Yolu gezileriyle de oldukça popüler. Tarih derslerinden ismini hatırlayacağımız üzere iki ülke arasında çok kez el değiştirmesinden olsa gerek, Fransız ve de çokça Alman kültürünün izlerini taşıyor. 




Alsas bölgesi özellikle Noel zamanı çok popüler olduğu için doğal olarak pek çok gezgin bölge hakkında oldukça detaylı seyahat yazıları yazmış. Hepsinin ellerine sağlık.  Bu nedenle ben, çok teknik detaylara girmeden kendimce gezinin artı ve eksilerini bol bol fotoğraf eşliğinde sunmak istedim.

Hayalimi gerçeğe dönüştürmek üzere öncelikle uçak bileti işini halletmek için uygun bilet kollamaya başladım. Bu kez arkadaşım Yeşim de Bahar ve bana katılmaya karar verince üç kişilik bilet ve otel organizasyonu için kolları sıvadım. Erken davranıp biletleri kişi başı gidiş – dönüş 800 Tl gibi çok uygun fiyata Pegasus’tan satın aldık.

Seyahat planını iki gün Strasbourg, iki gün de Colmar olarak yaptık. Basel Moulhose havaalanına vardığımızda Fransa çıkışından - ki Almanya ve İsviçre olmak üzere iki ülke çıkışı daha var - çıktıktan sonra kapının hemen karşısından istasyona giden otobüse binerek Strasbourg trenine bineceğimiz Saint Louis istasyonuna geçtik.  



Genel olarak gezi yazılarında biletleri trene binerken alabileceğiniz, işlemlerinizi kolaylıkla yapabileceğiniz gibi çok iyimser öneriler yazılıyor. Ama benim tavsiyem ilk bulduğunuz canlı görevlisi olan gişeden tüm seyahat biletlerinizi alın. Kaldı ki ona da durumu anlatmakta da zorlanabilirsiniz. Ülkede genel olarak İngilizce ile ilgili bir sorun var. Nasıl olsa makineye okutmadığınız sürece kullanılmış olmuyor biletiniz. Zira makineler çok karışık ve de gişeler her zaman açık olmuyor.  Biz dönüşte Colmar istasyonundan hava alanına gitmek için gişe görevlisi olmadığından makineden alalım dedik. Üstelik bir Fransız’dan yardım almamıza rağmen korkunç bir hata yaparak üç kişilik üç bilet aldığımız için neredeyse bir uçak bileti kadar para ödedik. Aman dikkat diyeyim. O nedenle bir kez daha hatırlatmak isterim ki seyahat planınızı önceden yapın ve gişe bulduğunuzda tüm seyahat biletlerinizi alın.



Güzel bir tren seyahatiyle Strasbourg’a geldikten sonra tramvaya binerek otelimize en yakın istasyonda indik ve gündüz çok keyifli olan ama hava kararınca pek de tekin olmayan bir yoldan yaklaşık 10 dakikalık yürüme mesafesiyle otelimiz Holiday Inn Strasbourg Centre’a geldik. Bu oteli ilk kez kullandığım seyahat sitesi www.agoda.com aracılığı ile buldum ve çok memnun kaldık. Özellikle yurt dışı seyahatlerde kötü sürprizler yaşamamak için zincir otelleri tercih etmek en azından standart konfor, temizlik ve kahvaltıyı garanti ediyor.  Ayrıca otelde yaşadığımız bir olayı da sizinle paylaşmak isterim. Kızım Türkiye’de olmayan bir markanın Strasbourg’daki mağazasından bazı doğal kozmetik ürünler aldı. Akşam otele gidince içime doğmuş gibi kendisini uyarmama rağmen poşeti bavula koymayıp yere bırakmış. Ertesi sabah biz erkenden otelden çıkıp tüm gün şehri gezdik ve yine akşam geç saatte otele döndük. Ve fakat ürünlerin olduğu paket ortada yoktu. Odanın her yerini arayıp bulamayınca durumu resepsiyona haber verdik. Sabah ilgili müdür ve temizlik görevlileri gelince haber vereceklerini söylediler. Sonuçta ertesi sabah müdire hanım bizden bir beyan yazısı alarak zarf içinde alışverişin tutarını iade etti, üstelik gidip şehirden aynı ürünleri alıp getiremedikleri için de çok çok özür dileyerek. Kızım poşetin üzerine akşam otele yürürken yediği boş meyve kutusunu koyduğu için ve poşet yerde olduğu için muhtemelen çöp zannedilerek atıldı. Avrupa’da sistem sadece dürüstlük ve kişinin beyanına dayalı olduğundan hiç itiraz etmeden ödememizi yaptılar. Holiday Inn Strasbourg Centre’a kocaman bir alkış J

Notre-Dame Katedrali gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri bence. Katedralin içinde yer alan astronomik saatin günde bir kez yapılan gösterisini izlemek içinse ayrıca bilet almanız gerekiyor. 
Noel sebebiyle Hz.İsa'nın doğumunu tasvir eden figürler, katedralin her köşesine yerleştirilmiş.
Gezdiğimiz bölge içinde Strasbourg en büyük kent.  Büyük dediysem şehrin tamamını 1,5 günde gezdik işte o kadar büyük. İçinden nehir geçen bu güzel şehir,  tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkarak modern yaşamın ihtiyaçlarına cevap verecek düzenlemeleri yapan ve bu sayede yılda yaklaşık 2 milyon turisti ağırlayan bir Avrupa kenti.  Ayrıca  Avrupa Parlamentosu’na ev sahipliği yapması da günümüzdeki önemini bir kat daha arttırıyor.


Noel klasiği glühwein molaları gezinin en tatlı anı.


Mimari olarak zaten güzel olan binalar bir de böyle süslenince hepsi birer sanat eserine dönüşmüş.

Markasız çıkmam diyenler için Galeries Lafayette :)
Noel zamanı bu lokasyonu tercih ettiyseniz zaten üç aşağı beş yukarı nasıl bir masalın içine düşeceğinizi tahmin edersiniz. Biz de aynen beklediğimiz masalsı etkiyi ziyadesiyle yaşadık.  Ancak yazının başında da dediğim gibi güzelliklerin yanında hayal kırıklığı yaşadığımız şeyleri de sizinle paylaşmak istiyorum. Bizi en çok zorlayan şey Fransız mutfağı oldu desem acaba ne düşünürsünüz? Ama gerçekten öyle oldu. Sık sık gittiğimiz Yunanistan’ın muhteşem mutfağı ile kıyasladığımı sanmayın sakın. Avrupa'da da pek çok ülkeyi gezmiş biri olarak söylüyorum bunu. Gitmeden yaptığım tüm araştırma ve olumlu yorumlara dayanarak seçtiğimiz restoranlar ve yemekler gerçekten bizi hiç mutlu etmedi. Bu arada Fransa'da geleneksel lokanta - bar tarzı yerlere winstub dendiğini  de hatırlatayım. Noel pazarlarında satılan sokak yiyecekleri, tatlılar ve meşhur simitleri pretzels dışında bir ton para ödeyip aç kaldık resmen. Ama en azında Strasbourg büyük şehir olduğu için dünya mutfaklarından örnekler ve fast food zinciri pek çok restoran alternatifi var tabi. Biz her ne kadar tercih etmeyip yerel lezzetlerde ısrar etsek de size tavsiyem ilk gün deneyin ama ikinci gün zorlamayın. Colmar’da durum daha da vahimdi. Buna daha sonra değineceğim.  

Önceden rezervasyon yaparak gittiğimiz Le Tıre Bouchon adlı winstub. Sağda gördüğünüz spaetzle denilen el yapımı makarna. 

Molalarda bir yandan kahvemizi yudumlarken bir yandan da elimizde haritalarla günün geri kalanını planlıyoruz. 

Strasbourg'da yapacağınız nehir gezisini hem şehrin her noktasını hem de Avrupa Parlamentosu binasını görebilme fırsatı vermesi açısından kesinlikle öneririm.

 Bütün Strasbourg'u sıcak ve konforlu teknelerle gezmek çok keyifli gerçekten.
Ve aklımızda kalan bir kaç  fotoğrafı karesi ile Strasbourg'a veda edelim...


İçi de dışı kadar mütevazı bir saray; Rohan Sarayı

La Petite France
Saint Thomas Kilisesi'nin içi de çok güzel, mutlaka gezmelisiniz.

Colmar’a geçeceğimiz sabah havanın da yağmurlu ve soğuk olması nedeniyle bavullarla yürümeyi ve tramvaya binmeyi gözümüz hiç yemedi. Resepsiyondan bir taksi çağırarak 10 dakikalık bir yolculukla istasyona geldik. Yine maceralı bir bilet alma faslından sonra - ki gerçekten gördüğüm en karmaşık sistem ve gereksiz detay- trene kendimizi atarak Colmar’a doğru yola çıktık. Trenlerde bavullar çok büyük sorun oluyor gerçekten. Bavul koyma yerleri var ama yolcu ve turist çok olduğundan asla yeterli değil ve ara koridorlara koymak zorunda kalıyorsunuz ki bu da yolu kapatıyor. Yine güzel bir tren yolculuğu ile yaklaşık 35 dakikalık bir sürede Colmar'a vardık.



Navigasyon otelimizin yürüme mesafesinde olduğunu gösterdiği için herhangi bir vasıta kullanmadan yürümeye karar verdik. Ve daha ilk andan itibaren fotoğraf karesini andıran evler, sokaklar, parklar "iyi ki geldik" nidalarımıza şahitlik etti. Colmar'daki otelimizi www.booking.com' dan ayırtmıştım. Biz günü kaçırmamak için Colmar'a erken gelince otele (!) girişimiz biraz sorun olsa da konum itibariyle eski kentin göbeğinde oldukça kullanışlı ve temiz bir evle karşılaşınca sokakta sıcak şarap içerek beklemeyi pek de sorun etmedik :))

Yeşil panjurlu ev- otelimizin adı biraz karışık; Les appartements du Koifhus. Ama konumu gerçekten mükemmel.

İtalya'da yaşayan iki arkadaşımız da gezimizin Colmar kısmında bize katılınca tatilimiz çok daha keyifli hale geldi.

Noel zamanı Colmar'ı merkez kabul edip çevresindeki köyleri ve Noel pazarlarını düzenli shutle seferlerini  kullanarak gezmek mümkün. Zaten size tavsiyem özellikle Noel döneminde kesinlikle araba kiralamaya kalkmayın. Zira şehir içlerinde araç park ettirmiyorlar, otoparklar çok pahalı ve de köylere gidip dönerken ciddi trafik problemi oluyor. Biz gitmeden önce gezmek istediğimiz köyleri Eguisheim, Riquewihr, Ribeauville ve Kaysersberg olarak belirlemiştik. Bu köylerden Eguisheim ters yönde kaldığından oraya ayrı bir shutle gidiyor ama diğerleri için iki farklı rota var.

Örnek olması açısından şu tarifeyi de buraya bırakalım :)

Hangisini isterseniz onu seçin günün sonunda Colmar'a dönüyorsunuz. Bu pitoresk kasabalardan beni en çok etkileyen Eguisheim oldu. Gerçi kızım küçük bir sağlık problemi yaşadığı için Kaysersberg'i göremeden otele dönmek zorunda kaldık ama yine de yorumlarda da açık ara önde giden Eguisheim sanki benim de favorim gibi. Başta da yazdığım gibi bölge şaraplarıyla da oldukça ünlü. Bahar aylarında yapılan bağ gezileri de gezginlerin favorisi. Özellikle beyaz şaraplarıyla ünlü bölgenin tek kırmızı şarabı Pinot Noir da- ki ben gelirken iki şişe almıştım - çok başarılı.

Equisheim

Sanki her şey bir dekor gibi duruyor. Ama bu sizi yanıltmasın, bütün evler, binalar yaşıyor ve orada insanlar günlük hayatlarına devam ediyor. Sizinle aynı kafede oturup kahvesini içiyor, sonra da o süslü evlerden birine gidiyor. Güzel olan da bu doğallık zaten.

Burası da Eguisheim'ın fotoğraf köşesi. Nasıl şanslıysak yolun iki tarafını da boş yakalamışız. 
Rebuville
Colmar'da sınırlı yemek seçeneklerine bir de kalabalık eklenince durum iyice can sıkıcı oldu. Neredeyse tamamı dolu olan restoranların mutfaklarının saat 21.00'de kapanıyor olması da başka bir handikap. Neyse ilk akşam otelimizin hemen yanında çok sevimli bir restoranda yer bulan şanslı azınlık olarak güzel şaraplar eşliğinde orta karar bir yemekle karnımızı doyurduk. En risksiz gördüğüm için söylediğim ızgara sudak balığının yanına da Fransız gastronomisinin baş tacı choucroute (kabaca tarif edersek ince kıyım lahananın fıçılarda turşu haline getirilmesi) koymasalardı iyiydi :)) 

Burası ilk akşam yemek yediğimiz yer. Son derece sevimli bir dekorasyona sahip restoranın personeli de çok güler yüzlüydü.
İkinci akşam yemek maceramız daha vahimdi. Uzun uzun anlatmayacağım ama resmini paylaştığım restorana giderseniz dikkatli olun çünkü salatanızdan kesme şeker boyutunda çamur çıkabilir. Geri gönderirsiniz, yeni gelen yarım kesme şeker boyutunda çamurla gelir :)) Gülücük koyduğuma bakmayın şaka değil, üstelik hesapta da bir indirim beklemeyin.

Restoranın adı L'Alsako. Dikkat çamur çıkabilir !!
Colmar'ı ve köyleri yazıyla anlatmaya çok da gerek yok bence. Nasıl bir masalın içinde olduğumuzu anlatabilmek için fotoğraflar yeterli.Işıl ışıl Noel pazarları, güzel pastaneler, harika kahveler, muhteşem şaraplar ve tabi ki glühwein (Noel pazarlarında satılan sıcak şarap) bu geziyi unutulmaz kılan detaylardı.

La Petite Venice

Marché Couvert Colmar, bizdeki kapalı çarşı gibi biraz. Dünya mutfaklarından farklı seçeneklerle ayak üstü yemek yiyebilmek mümkün. 





Pek alakası olmasa da Küçük Venedik demişler :)
Başta da söylediğim gibi, yazıyı corona salgını döneminde evde kalmak zorunda olduğumuz sıkıcı günlerde tamamladım. Şimdilik halen evdeyiz. Önümüzdeki günler ne gösterecek bilinmez. Ama umarım bu salgın kısa sürer ve hepimiz sağlıkla atlatırız. Gönlümüzce gezeceğimiz, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı birbirimizle paylaşacağımız güzel günlerde buluşmak dileğiyle.