19 Mart 2019 Salı

Datça ve Badem Çiçekleri


“Kibrit çakıyorsun karanlıkta
badem çiçeklerini görmek için
Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift
sarnıç gemisi gözlerin
Bir iş açacaksın sen başımıza
yangın mı olur artık, bahar mı?
Can Yücel




Çok ihtiyacım olan bir zamanda, sevgili dostum Yeşim’in “badem ağaçları çiçek açtı, Datça’nın tam zamanı, gidelim mi?” teklifiyle bir anda kendimi bavul hazırlarken buldum. Yeşim senelerdir yılın bu zamanı yani Şubat ayında çiçek açan badem ağaçlarının güzelliğinden bahseder ve görmek istediğini söylerdi. Nedense ben pek heves etmemiştim doğanın bu muhteşem şölenine şahit olmaya. Datça’ya daha önce yaz mevsiminde bir kez gitmiş ve çok kısa kalmıştım. Klasik yaz kalabalığı, deniz, güneş tatili bir de üstüne Temmuz sıcağında zorlu Datça yolları eklenince pek de gidilesi bir coğrafya gibi gelmedi bana demek ki. Dedim ya tam zamanında sevgili dostumdan böyle cazip bir teklif gelince hiç düşünmeden evet dedim.
Üç günlük bir seyahat planladığımızdan badem çiçeklerini görebileceğimiz köylere gitmek dışında daha pek çok şey için de bolca zamanımız vardı. Bu süreyi en verimli şekilde değerlendirmek için hemen bir araştırmaya giriştim. Ancak Datça deyince genelde yaz gezginlerinin yazdığı blog ve gazete yazıları çıktı karşıma. Datça’da kış tatili ve özellikle badem çiçekleri zamanıyla ilgili o kadar az doküman bulabildim ki dönüşte mutlaka yazmam gerektiğine karar verdim.
Sonuçta 22 Şubat’ta soğuk bir İstanbul sabahından 06.30 uçağıyla Dalaman’a uçtuk. Daha önce rezervasyonunu yaptığımız aracımız ve Rentgo’nun yetkilisi Süleyman Bey kapıda bizi bekliyordu. Hızlıca işlemlerimizi yapıp şahane bir havada yola koyulduk.



Karnımız iyice acıkmıştı ve tatil moduna hızlıca giriş yaptığımızdan yol üstü mola noktalarını kaçırmaya hiç niyetimiz yoktu. İlk durak Marmaris yolu üzerindeki dev okaliptüs ağaçlarının arasından geçerek ulaştığımız Akçapınar tostçusu oldu elbette. Çocukluğumuzun lezzetini anımsatan karışık tost ve taze sıkılmış nar suyu ile kahvaltımızı yaptıktan sonra, azmak kenarında birkaç fotoğraf çekip yola devam ettik. 



Uygun mevsimde Akçapınar azmağında
kano gezileri ve
tekne turları yapılabiliyor.



















Datça’daki otelimize yerleşmeden önce yol üzerinde Eski Datça’ya uğrayıp ikinci molamızı vermek çok iyi geldi. Bizim gibi birkaç gezgin dışında güzel havayı fırsat bilip kapı önlerine sandalye atan mahalle sakinleri, hem güneşin hem de sohbetin tadını çıkarırken biz de tablo gibi sokaklarda kendimizi kaybettik. 




Yol yorgunluğumuzu atmak, hem biraz soluklanıp hem de soğuklanmak :)  için Ede Kafe karşımıza çıkan vaha oldu adeta. Eski Datça'ya gittiğinizde mutlaka uğrayın, çok keyif alırsınız.
Elbette Eski Datça'ya gelmişken Can Baba'nın mekanına uğrayıp büyük şaire selam vermeden geçemezdik. 

İlk gün hava çok güzeldi, biz de bu nedenle programımızda değişiklik yaparak Mesudiye – Palamutbükü civarına yapacağımız geziyi bu güne aldık. İlk hedefimiz gelin gibi süslenmiş badem ağacı bahçeleriydi ve birkaç haftalık ömrü olan badem çiçeklerinin son demlerine yetiştik. Muhtemelen bir sonraki hafta gidenler meyveye durmuş ağaçlarla karşılaştı. Bu yıl ikincisi yapılan Badem Çiçeği Festivali de Şubat’ın ikinci haftası düzenlenerek ağaçların en yoğun çiçeklendiği döneme denk getiriliyor. Biz festival kalabalığını çok tercih etmediğimiz için seyahatimizi sonraki haftalara bıraktık ancak bu kez de Datça Yüzme Maratonu’na rastlamak hayli sürpriz oldu. Bu konuya daha sonra ayrıntılarıyla değineceğim. 


Daha önce gelip bu muhteşem şöleni görmemiş olmanın pişmanlığı...

...ve de burada olmanın mutluluğu, huzuru ve doğanın mücevherlerine duyduğum hayranlık.

Datça yolları malum virajlı ancak hava çok güzel olduğu için ve de yaz kalabalığı söz konusu olmadığından rahat ve keyifli bir yolculukla kendimizi Ovabükü’ne attık. Tam da akşamüstü, güneş hafiften alçalmaya başlamış, deniz çarşaf gibi ve elbette Poyraz’da bira, patates, kalamar üçlüsü eşliğinde yine bir “iyi ki gelmişiz”  anı. 


Canım arkadaşım dalıp gitmiş kim bilir nerelere... Seneye bu zamanda yine gelmeli dediğini duyar gibiyim. 

Bu mevsimde buralar bir ayrı güzel bence.


Yemek sonrası meze dolabına bir göz atayım derken gözüme takılan tatlılar beni benden aldı ve dayanamayıp sipariş verdim. Özellikle Kıbrıslı tatlısı ve muhallebili badem ezmesini tavsiye ederim. Kahveyle finali yapıp, hava çok kararmadan otelimize dönerek akşam yemeği öncesi biraz da dinlenmek istediğimiz için aklımızı Ovabükü Poyraz’da bırakıp vakitlice yola çıktık.

Şehir merkezinin biraz dışında Türk Evi Butik Otel’de kaldık. Otelimizi otelz.com diye ilk kez kullandığım bir siteden ayırttım ve maalesef aldığımız hizmetten hiç memnun kalmadım. Satın aldığımız oda sitede gösterilen oda değildi, çok küçük ve konforsuzdu. Neyse ki otel işletmecileri başka bir oda ile değiştirerek yardımcı oldular. Yazın gitmeyi düşünenler için otelin konumu son derece uygun çünkü Taşlık plajının nerdeyse dibinde. Ayrıca bahçesi de yaz akşamları için kesinlikle muhteşem. Bizim gibi kış tatilcileri de şömine keyfi yaşamak istiyorlarsa yine doğru adres Datça Türk Evi. İstanbul’dan göçen işletmecilerinin de son derece ilgili ve misafirperver olduğunu ekleyerek gezimize devam edelim.




Akşam Datça oldukça kalabalıktı. Ertesi gün yapılacak yüzme maratonu nedeniyle tüm oteller dolmuş, bazı restoranlar da bu kalabalıktan nasibini almıştı. Ama genel olarak katılımcılar kulüp sporcuları olduğu için yemekler makul bir saatte yenmiş, gayet sağlıklı beslenilmiş ve şimdi akşam yürüyüşü için Datça sokaklarına çıkılmıştı. Biz sadece kışın yolu Datça’ya düşmüş iki gezgin olarak, yemek için geç sayılabilecek bir saatte kendimizi Dutdibi’ne attık. Akşamüstü Poyraz’da biraz fazla kaçırdığımız için pek acıkmamış olsak da, limonata gibi bir havada deniz kenarına kurulan soframızda birkaç ot mezesi ve harika bir beyaz peynir eşliğinde rakımızı içtik.

Ertesi gün programımız oldukça yoğundu. Bu yoğunluk içinde en önemli aktivite de kuşkusuz Datça Açık Deniz Kış Yüzme Maratonu’nu izlemekti. Zira hava fena halde soğumuş, rüzgar artmış, dalgalar büyümüş ve de arada yağmur sağanakları olayı bizim için iyice imkansız kılarken, bu maratona katılmaya gelmiş neredeyse 7’den 70’e yüzlerce cengaver yüzmek için bekliyordu. Hatta hava koşullarının değişmesi nedeniyle maratonun başlama saati ve yeri değiştirildi. 
1500 ve 3000 metre olmak üzere iki etapta yapılan yarışlara 500 civarında yüzücü katıldı. 

Güzel bir organizasyonla iki ayaktan oluşan Datça Yüzme Maratonu gayet başarılı bir şekilde ve gerekli tüm güvenlik önlemleri eşliğinde yapıldı. Biz de kalın mont ve polarlar içinde hala üşüyor olmanın utancıyla katılan tüm yarışmacıları yürekten alkışladık.

Cumartesi Datça’daysanız olmazsa olmazınız Datça pazarı olmalı. Özellikle Ulalı Kardeşler’in peynir ve zeytin çeşitlerinden mutlaka alın. Hatta isterseniz ki biz öyle yaptık adresinize kargoyla da gönderiyorlar. Tabi eğer uçakla geldiyseniz kendinize hakim olun ve abartmayın. Zira bizim gibi hem bagaj fazlası ödemek hem de turp otu, cibes, tilkişen demetleriyle ortaya karışık bir şekilde uçağa binmek zorunda kalabilirsinizJ

Eğer bir şarapseverseniz Datça’da mutlaka uğramanız gereken iki şarap üreticisi var. Knidos Şarapçılık hemen şehrin içinde ama şaşırtıcı bir biçimde de şehirden izole. Kurucusu Giray Erkan, seneler önce İstanbul’dan göçenlerden. Knidos antik kentinin en önemli gelir kaynağının şarap ve sirke ticareti olması gerçeğinden yola çıkarak, asma kütüklerinin peşine düşüyor. Ve uzun uğraşlar sonunda ülkemizdeki üzüm çeşitliliği içerisinde farklı bir genetik yapıya sahip özgün bir çeşit olduğu bilim insanlarınca tescil edilen Knidos Karası’nı üretiyor. Üzüm bağlarının eşsiz manzarası eşliğinde pek çok çeşidin tadına baktığımız Knidos Şarapçılık’tan elbette elimiz boş çıkmadık.

Ardından ikinci durağımız Datça Vineyard, Marmaris yolu 7.km’de Kızlan köyünde. Yol üzerinden kolayca görülebilen büyük bir değirmenin taçlandırdığı bir tepe ve aşağıda üzüm bağları. Burada da Orhan bey bizi hem şarap üretimi hem de kendi şaraplarının özellikleri konusunda bilgilendirdi.

İçerideki şöminenin çıtırtısı, dışarıda ise amansız bir fırtına tadım yaptığımız şaraplara eşlik ederken keyifli bir sohbetin tadını çıkardık. Neyse ki yağmur bir parça azaldığında kendimizi arabaya atabildik tabi yine ellerimiz dolu olarak.

Akşam için daha önceden yer ayırttığımız Fevzi’nin Yeri’ne gitmek için bu kez biraz erken yola düştük. Otelden merkeze yürüyerek gidiyorduk, ancak önce çisentiyle başlayan yağmur az sonra öyle bir hal aldı ki Taşlık plajındaki Bondi Kafe’ye sığınmasak sonumuz pek iyi olmayacaktı. Bir akşam önce yürürken buradaki mekanların hepsi kapalıydı ama gündüz yapılan yüzme yarışları Taşlık plajında olduğu için, başta Bondi Kafe olmak üzere sporculara lojistik destek vermek için açmışlar. 



Biz sığınacak bir yer bulduk diye sevinirken ikram ettikleri kahve ise paha biçilemez bir güzellik oldu.


Kış aylarında Fevzi Bey rezervasyon olursa açık oluyormuş o nedenle giderseniz siz de mutlaka önceden arayın. Bu kısmı uzun uzun anlatmayacağım, fotoğraflar benden daha iyi anlatır diye düşünüyorum. Bizden başka sadece bir masa olduğundan sakin sakin Fevzi Bey’in hem yemeklerinin hem de sohbetinin tadını doyasıya çıkardık. 


Balık çorbası, karışık ot tabağı, çintar mantar, radika, acılı badem ezmezi, dalleme (ki papatya sapından yapılıyor kendileri), yöre mercimeğinden yapılan mürdümük, sarımsaklı tulum peyniri, turp otu. Ve fotoğrafta göremediğiniz sübye yumurtası. Hepsi birbirinden güzeldi.

Bu palamutsa daha önce yediklerim neydi diye düşünüyor insan...efsane.

Ertesi gün harika bir kahvaltının ardından otelden ayrılıp yol üzerinde kısa bir Hisarönü, Orhaniye, Selimiye turu yaparak havaalanına doğru yolumuza devam ettik. Uçak saatimize epey bir zaman olduğundan Dalaman’a gelmeden bir de Dalyan’a uğrayalım dedik. Yazın çok kalabalık olduğunu bildiğimiz Dalyan, sükûnet içinde salınan tekneleri, ortamın rehavetini fazlasıyla yansıtan sokak köpekleri ve tarihin sessiz tanıkları Kaunos kral mezarlarıyla hem hüzünlü hem de huzurlu bir tabloyu andırıyordu.



Zamanın daha yavaş aktığı kış tatillerinin en güzel tarafı yazın vakit ayıramadığımız yerlere gitmek, tanıştığımız yeni insanlarla uzun uzun sohbet etmek, hikayelerini dinlemek, kısa süreliğine de olsa gittiğin coğrafyanın bir parçası olmak… Bu kısa gezide taksi şoföründen kafe işletmecisine, şarap üreticisinden pazardaki esnafa kadar samimi ve içten davranışları ile büyük şehirde unuttuğumuz hasletleri bize hatırlatan dost Datça’lılara selam olsun.