Sabah erkenden kalkıp
eşyalarımızı topladık ve Verdi Restoran’da muhteşem bir kahvaltının ardından
güzelim Brüj’e veda ederek Brüksel’e gitmek üzere istasyona doğru yola çıktık.
Otelimizin 100 metre ilerisinden bindiğimiz otobüs, kısa bir şehir turunun
ardından bizi istasyona götürdü. Biletimizi gidiş- dönüş aldığımızdan tren
saatine bakıp doğruca perona geçtik. Tren
biletleri tüm gün geçerli olduğundan saat sıkıntısı yok, isterseniz gün içinde
gidip dönebilirsiniz.
![]() |
Kahvesiz olmaz :) |
![]() |
Bence Belçika gezimizin en keyifli yanlarından biri bu tren yolculuklarıydı. |
Yazıma şöyle bir tespitle başlasam sanırım yanlış olmaz;
Brüj mucizelerle dolu bir masal ise Brüksel başını okurken sonunu tahmin
ettiğiniz bir roman. Elbette büyük, kalabalık ve kozmopolit. Tabii bunu
söylerken olaya Belçika ölçeğinde bakmayı da unutmamanızı tavsiye ederim, zira
ülkenin toplam nüfusu zaten 10 milyon. Avrupa
Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve NATO’nun merkezine ev
sahipliği yapan Brüksel, Avrupa’nın başkenti sayılıyor. Bu kurumlar ve bunlara bağlı diplomatik
kuruluşlarda çalışan insanlar ile onların ailelerinin nüfusun yaklaşık dörtte
birini oluşturduğu söyleniyor. Brüksel’in bu Avrupalı kimliğinin yanında,
çoğunluğunu Afrika kökenli göçmenlerin oluşturduğu bir de etnik kimliği mevcut.
Kent yaşamı içinde Afrika’lı bir garson, Asya’lı bir taksi şoförü ya da Türk
bir kasiyer olarak karşımıza çıkan bu etnik çeşitlilik insanı hiç rahatsız etmese
de, sokaklarda dilenen çok sayıda insan olması ve havaalanı ya da tren
istasyonu gibi korunaklı yerlerde banklarda yatan evsizler beni oldukça
etkiledi. Daha önce gittiğim Avrupa
şehirlerine göre sayı oldukça fazlaydı.
Bu kozmopolit yapı yeterince şaşırtıcı olsa da, Noel zamanı gittiğimiz için kente akın eden
turist sayısı ve çeşitliliği beni
hayrete düşürdü. Dünyanın hemen her yerinden binlerce insan, Avrupa’nın en
büyük Noel pazarının kurulduğu bu kenti görmeye gelmişti. Zaman zaman sokak ve
meydanlarda yürümekte zorlandık diyebilirim.
![]() |
Brüksel'in kalbi; Grand Place |
Evet bu kısa
bilgileri paylaştıktan sonra gezimize kaldığımız yerden devam edelim… Brüj yazımda da belirttiğim gibi Brüksel gezisini planlarken uzun yıllardır orada yaşayan ve benim üniversiteden arkadaşım Berrin'den bilgi ve destek almıştım. Brüksel'deki ilk günümüzü birlikte geçirmek üzere planladığımızdan otelde buluşmak üzere sözleşmiştik. Biz trenden otele giden ulaşım alternatiflerine bakınca en kısa yolun yürümek olduğuna karar vererek yola koyulduk. Elimizde bavullarla biraz zor olsa da 15 dakika gibi kısa bir sürede otele vardık. Ve Brüksel'deki otel seçimi de bingo! Otelimiz İbis Brussels City Centre, Sainte Catherine bölgesinde hatta St. Catherine kilisesinin tam arkasındaydı. Yani yine şehrin merkezinde ve yine tüm popüler yerlere yürüme mesafesindeydi. Üstelik kentin en büyük Noel pazarının ve dönme dolabın tam otelin önünde kuruluyor olması da bizim için güzel bir sürpriz oldu.
Sevgili arkadaşım Berrin'le lobide buluşup biraz hasret giderdikten sonra attık kendimizi Brüksel sokaklarına. Yanımızda iyi bir mihmandar olduğu için ilk gün bizim için çok keyifli ve verimliydi. Grand Place'dan başlayan gezimiz genişçe bir daire çizerek yine aynı noktada son buldu. Biz bu turu yalnız yapsaydık muhtemelen daha uzun sürecek ve bazı yerleri atlamak zorunda kalacaktık.
![]() |
Gezimize bira - patates ikilisiyle başlamak şart oldu elbette. |
Grand Place, Brüksel'in en büyük ve en kalabalık meydanı. Belediye Sarayı ve Kent Müzesi başta olmak üzere 14. yüzyıldan günümüze ayakta kalan pek çok tarihi yapıya ev sahipliği yapıyor. Ayrıca meydanın çevresinde yemek yiyebileceğiniz ya da bir şeyler içebileceğiniz kafe ve restoranlar küçük molalar için ideal. Biz Noel zamanı gittiğimiz için meydana kurulan Noel ağacı, çevresindeki Noel pazarları ve hava karardıktan sonra her yarım saatte bir yapılan ses ve ışık gösterisi ne kadar doğru zamanda geldiğimizi bir kez daha hatırlattı.



Akşam yemeği için bizi davet eden Berrin ve eşi Bop'un evine gitmek üzere yola çıktık ancak yol üzerinde yine Brüksel'in sembollerinden Atomium'a uğramayı ihmal etmedik. Atomium 1958 yılında Expo fuarı için yapılmış. Demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş görüntüsünden esinlenilerek inşa edilen bu yapının aslında fuardan sonra kaldırılması düşünüyormuş. Ancak çok ilgi çekince bir süre daha kalmasına karar verilmiş ve gördüğünüz gibi günümüze kadar halen ayakta. Üst kattaki kürede bir kafe restoran bölümü bulunuyor. Manzarası güzel, ancak yemek pişirme ünitesi bulunmadığından, yiyeceklerin dışarıdan hazır gelip burada ısıtılarak servis edildiğini, dolayısıyla beklentilerinizi düşük tutmanız gerektiğini de hatırlatmak isterim.
Daha önce de belirttiğim gibi akşam yemeği için Berrin ve Bop'un evine davetliydik. Berrin'lerin evi Brüksel'in Flaman bölgesinde. Az katlı evlerin olduğu, yeşili bol, sessiz, sakin ve genel havadan anladığım kadarıyla nezih bir bölge. Önce güzel bir Belçika birası ile başlayan sohbetimiz, Berrin'in lezzetli raclette mönüsü ve Bop'un zengin şarap kavından bizim için seçtiği muhteşem şaraplar eşliğinde geç saate kadar sürdü.
Tabii Brüksel deyince İşeyen Çocuk heykelinden bahsetmemek olmaz. Hakkında pek çok efsane anlatılan bu minik ama gerçekten minik heykel, hiç şüphesiz şehrin en popüler noktası. Biz Brüksel'deki son günümüzde ziyaret ettik kendisini. Hava çok soğuk ve yağışlı olmasına rağmen başı her zamanki gibi kalabalıktı :)) Aslında heykel normalde çıplak ama yaklaşık 500 farklı kostümlük bir gardırobu olduğunu ve özel günlerde giydirildiğini de belirteyim. Bu arada İşeyen Çocuk heykelinin her türlüsünü ve pek çok farklı boyutunu şehrin hemen her yerinde göreceğiniz gibi, hediyelik eşya dükkanları da bu küçük heykelin görselleri ile bezenmiş objelerle doluydu. Yani kendisi küçük ama marifeti büyük bir pazarlama harikası.
![]() |
Belediye Sarayı |
![]() |
Binaların üzerindeki rakamlar yapılış tarihini
gösteriyor.
|
Meydandaki
Hard Rock Cafe'den Bahar'ın koleksiyonuna bir parça daha ekledikten sonra sokak
aralarından yolumuza devam ettik. Yol üzerinde dantel, çikolata ve waffle
dükkanları davetkar vitrinleri ile bizi çağırsa da pek itibar etmedik.
![]() |
Belçika Kraliyet Kütüphanesi
|
![]() |
Aziz Coudenberg Kilisesi (Saint Jacques sur
Coudenberg), alışageldiğimiz kilise mimarisinden oldukça farklı çizgisiyle
Helenistik esintiler taşıyan bu yapı Kraliyet Kilisesi olarak da
adlandırılıyor.
|
Turumuzun en
önemli bölgelerinden birine doğru ilerlerken meydanlara çıkan caddelerin
bazılarının polis tarafından kapatılmış olduğunu gördük. Fransa'da
başlatılan ve tüm dünyanın yakından izlediği "Sarı Yelekliler"
eyleminin Avrupa'nın başkenti Brüksel'e de sıçradığını öğrendik. Bir kaç
fotoğraf çekerek bölgeden ayrılmak zorunda kaldık çünkü hem güvenlik açısından
hem de içsel olarak çok huzurlu bir ortam yoktu haliyle.
![]() |
Bir saray
hatırası çektirmeyi de ihmal etmedik tabii :))
|
![]() |
Avrupa kurumları bu yolun sonundaki binaların arka
tarafında kalıyor. Olaylar da tam bu noktada olduğundan maalesef oraya
gidemedik.
|
![]() |
Kraliyet sarayının tam karşısında yer alan Brüksel
Parkı, buraya sıcak mevsimde gelecek gezginlerin dinlenmek ve fotoğraf çekmek
için ilk tercihi olacaktır.
|


Arkadaşım
Berrin'in tabiriyle denizi olmayan Ortaköy diye -tabii eski Ortaköy olarak
belirtmeden edemeyeceğim- tanımladığı Sablon bölgesi, şık mağazaları, kafeleri, antikacı dükkanlarıyla görülmeye değer. Bazı çikolata dükkanlarının
vitrininde yer alan dev çikolata heykellerini ki şöyle söyleyeyim büyükçe
bir kayık veya bir kutup ayısını gerçek boyutu ile görünce, yediğiniz avuç
içi kadar çikolata öyle önemsiz geliyor ki sırf bu yüzden bile gitmeli insan
Brüksel'e :)) Antika merakınız varsa Sablon meydanında her hafta sonu antika
pazarı kurulduğunu da hatırlatalım. Noel zamanı olduğundan aynı meydana Noel
pazarı kurulmuştu, o nedenle biz pazarı gezemedik.
Makaronun
zirvesi Pierre Marcolini'den makaronlarımızı da alıp kendimizi yokuştan aşağı
Grand Place'a doğru yuvarladık. Yol üzerinde uğradığımız Galeries Royales
St.Hubert 1847 yılında açılmış. Geçmişte dönemin ünlü simalarının edebiyat söyleşileri yaptıkları bu görkemli pasaj, günümüzde bana pek cazip gelmedi
açıkçası. Bir kaç lüks mağaza, şapkacı, eldivenci ve bolca çikolatacı ile fazla
ticari ve turistik bir havası vardı.

Akşam yemeği için bizi davet eden Berrin ve eşi Bop'un evine gitmek üzere yola çıktık ancak yol üzerinde yine Brüksel'in sembollerinden Atomium'a uğramayı ihmal etmedik. Atomium 1958 yılında Expo fuarı için yapılmış. Demir kristalinin 165 milyar kez büyütülmüş görüntüsünden esinlenilerek inşa edilen bu yapının aslında fuardan sonra kaldırılması düşünüyormuş. Ancak çok ilgi çekince bir süre daha kalmasına karar verilmiş ve gördüğünüz gibi günümüze kadar halen ayakta. Üst kattaki kürede bir kafe restoran bölümü bulunuyor. Manzarası güzel, ancak yemek pişirme ünitesi bulunmadığından, yiyeceklerin dışarıdan hazır gelip burada ısıtılarak servis edildiğini, dolayısıyla beklentilerinizi düşük tutmanız gerektiğini de hatırlatmak isterim.
Daha önce de belirttiğim gibi akşam yemeği için Berrin ve Bop'un evine davetliydik. Berrin'lerin evi Brüksel'in Flaman bölgesinde. Az katlı evlerin olduğu, yeşili bol, sessiz, sakin ve genel havadan anladığım kadarıyla nezih bir bölge. Önce güzel bir Belçika birası ile başlayan sohbetimiz, Berrin'in lezzetli raclette mönüsü ve Bop'un zengin şarap kavından bizim için seçtiği muhteşem şaraplar eşliğinde geç saate kadar sürdü.
Tabii Brüksel deyince İşeyen Çocuk heykelinden bahsetmemek olmaz. Hakkında pek çok efsane anlatılan bu minik ama gerçekten minik heykel, hiç şüphesiz şehrin en popüler noktası. Biz Brüksel'deki son günümüzde ziyaret ettik kendisini. Hava çok soğuk ve yağışlı olmasına rağmen başı her zamanki gibi kalabalıktı :)) Aslında heykel normalde çıplak ama yaklaşık 500 farklı kostümlük bir gardırobu olduğunu ve özel günlerde giydirildiğini de belirteyim. Bu arada İşeyen Çocuk heykelinin her türlüsünü ve pek çok farklı boyutunu şehrin hemen her yerinde göreceğiniz gibi, hediyelik eşya dükkanları da bu küçük heykelin görselleri ile bezenmiş objelerle doluydu. Yani kendisi küçük ama marifeti büyük bir pazarlama harikası.
![]() |
Noel kıyafetini giymiş İşeyen Çocuk |
Noel zamanı olduğu için yemek konusunda çok şanslı olduğumuzu söyleyebilirim aslında. Çünkü şehrin her yerinde kurulan pazar alanlarındaki yiyecek standlarında sunulan, dünya mutfaklarından farklı seçeneklerle son derece pratik ve ekonomik şekilde karnımızı doyurduk. Ama tüm Belçika'da olduğu gibi deniz ürünleri çok favori. Bunun için de ekonomik bir seçenek istiyorsanız St. Catherine meydanındaki Nordzee tam size göre. Hem yemekler güzel hem de personel çok eğlenceli. Mesela bahşiş verdiğinizde adınızı anons edip herkese alkışlatıyorlar. Yine bu meydana yakın Nona ise arkadaşımın söylediğine göre tam bir İtalyan. Biz burada yemedik ama tatilde "pizzasız yapamam" diyenlerdenseniz ve biraz kuyrukta beklemeyi göze alırsanız kesinlikle tavsiye ederim. Bir kaç tavsiye daha vermem gerekirse;
Yazımın başında bahsettiğim Grand Place'deki ışık ve ses gösterinden bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim. Elbette canlı izlemek ve şovun içinde olmak çok daha büyüleyici. Ama yine de beğeneceğinizi düşünüyorum.
![]() |
Bahar uzaklara dalıp buraya tekrar gelmenin planlarını yaparken ben de" karmeliet"le kendimce veda ettim bu güzel ülkeye. |
Güzel duygular ve anılarla bir ülkeye iki şehre daha hoşça kal dedik. Belki başka mevsim, belki yakın, belki uzak bir zamanda tekrar görüşmek üzere sözleştik. Bakalım kısmet...