Nereye gittiğiniz önemli değil. Önemli olan hangi beklentiyle gittiğiniz. İçinizdeki sıkıntıyı bir çuvala koyup kenara bırakmak, yola düşmek, yoldan keyif almak, bir kaç gün medeniyeti solumak -karşıdan karşıya geçerken yayaya yol veriyorlar :))- farklı ama yakın bir kültürü tanımaksa maksat hiç uzağa girmeye gerek yok. Hani neredeyse camiden sola dön oradasın:))
İşte tam da bu yüzden İstanbul'dan çıkıp iki saat sonra varabildiğimiz Orestiada epeydir aklımızdaydı.
İlk gidişimiz yılbaşından hemen sonraydı. Cumartesi gidip pazar dönmüştük. Aslına bakarsanız Edirne sınırındaki bu küçük kasabanın öyle ahım şahım bir özelliği yok. Ancak sınırdan 19 km. sonra varabileceğiniz, klasik Yunan mezelerinin tadına bakabileceğiniz, özellikle bahar aylarında gittiyseniz şık kafelerinde frappenizi yudumlayabileceğiniz, her şeyden önemlisi bir Avrupa kentinde olma duygusunu yaşayabileceğiniz bir lokasyon olması nedeniyle her zaman tercih edilebilir.
İstanbul'dan çıktıktan sonra otobandan Edirne'ye oradan da Pazarkule tabelalarını takip ederek Karaağaç'a giden o muhteşem yolun sonunda gümrük kapısına vardık. Küçük bir kapı olduğu için yoğunluk olmuyor. Burada işlemlerimizi tamamladık ve yaklaşık 1 km'lik bir mesafeden sonra Yunan gümrüğüne geldik. Bu arada hemen belirteyim yeni ehliyetler Yunanistan'da geçerli. Dolayısıyla ehliyetinizi yenilediyseniz uluslararası ehliyet almanıza gerek yok. Yunan gümrüğünden çıktıktan sonra Kastanies ( Kestanelik ) kasabasının ana caddesinde bulduk kendimizi. Biz işlemlerimizi yaparken ellerinde pasaportları ve sırt çantaları ile yürüyerek geçiş yapan insanlar gördük. Çünkü günübirlik geliş - gidişler çok oluyormuş. Hatta arabalarını bizim gümrüğün dışında yol kenarına bırakıp yürüyerek sınırdan geçen ve Kastanies'de taksi yada otobüse binerek Orestiada'ya giden pek çok Edirneli'ye rastladık.
Sonuç olarak iki saatlik bir yolculukla İstanbul'dan Orestiada'ya vardık. Küçük bir kasaba olduğu için maalesef booking'de sadece iki adet otel seçeneği çıkıyor. Biz ilk gidişimizde bunlardan birinde kalmış ve yüksek bir fiyat ödememize rağmen oteli beğenmemiştik. Şehir içinde gezerken gördüğümüz iki otelden de kart almıştık. Bu kez onlardan biri olan Electra Hotel'de kaldık. Kesinlikle çok tavsiye ederim. Konumu, odaları, kahvaltısı ve personeli hepimizden tam not aldı.
Tatilimiz hafta sonuna denk geldiği için yoğunluk olabileceğini düşünerek gitmeyi planladığımız tavernalara önceden rezervasyon yapmıştık. İlk akşam Mırmır balık lokantasına gittiğimizde adeta küçük Edirne - bir kaç masa da bizim gibi İstabullu vardı elbet - olduğunu görünce rezervasyon yaptırmakla ne kadar doğru bir iş yaptığımızı anladık. Mezeleri anlatmama gerek yok zaten hepsi yine muhteşemdi. Şehirde pek fazla seçenek yok ama olsaydı bile Mırmır, mutfağı ve personeli ile aradan sıyrılırdı diye düşünüyorum.
Cumartesi günü Bulgaristan'ın Svilengrad şehrine gitmeye karar verdik. Orestiada'dan yaklaşık 50.km uzaklıkta olan Svilengrad'a gitmek için tekrar sınır kasabası Kastanies'e doğru gitmek gerekiyor. Dolayısıyla sınıra çok daha yakın bir konumda (30 km) olan bu coğrafyayı da gelmişken görmek istedik. Gel gelelim göremedik. Neden derseniz ; öğlen gibi yola çıkıp yaklaşık yarım saat sonra Bulgaristan sınırına vardık. Öncelikle belirtmeliyim ki shengen vizesi geçerli olmasına rağmen öyle elinizi kolunuzu sallayarak geçemiyorsunuz. Önce Yunan gümrüğünden geçtik yani çıkış yaptık, ardından yaklaşık 2 km. sonra Bulgar gümrüğüne geldiğimizde önümüzde yaklaşık 20 araba vardı. Bir süre bekledik hızlı ilerleyeceğini umarak. Ve fakat araya giren tırlar da eklenince süre epey uzadı. Bunun bir de dönüşü olacağını düşünerek hemen bir U dönüşü yaptık. Yani yaklaşık 15 dakika içinde Yunanistan'dan çıkış ve hiç bir ülkeye gitmeden tekrar giriş yapmış olduk. :)) Hem de bir kez daha parmak izi vererek.
Ama yol boyu geçtiğimiz köyler, ovalar, nehirler kısacası coğrafya çok güzeldi. Hepimiz çok keyif aldık.
Orestiada'ya döndüğümüzde öğlen yemeği için şehrin yine popüler mekanlarından Safran'a gittik. Gerek ortamı gerekse mönüsü gayet başarılı. Giderseniz mutlaka soslu ızgara mantarı deneyin derim.
Akşam ise daha önceden cumartesi günleri canlı müzik olduğunu öğrendiğimiz Aya Yorgi tavernasına gittik. Alexandroupoli'nin sayfiyesi Makri'de şubesi olan Aya Yorgi'nin merkezi meğer buradaymış. Biz daha önce Marki'dekine gittiğimizden mekanın kalitesi konusunda hiç şüphemiz yoktu. Tavernaya vardığımızda park yerindeki araçların neredeyse tamamının Türk plakalı olduğunu ve daha önemlisi Edirne'den minibüslerle tur getirildiğini görünce, önceden rezervasyon yapmakla ne kadar doğru bir iş yaptığımızı anladık. Saat 21.00 gibi başlayan canlı müzik ki orkestra ve solistler çok başarılıydı, geç saatlere kadar hiç ara vermeden devam etti. Gece yarısına doğru Edirne'den gelen gruplar yavaş yavaş kalkmaya başladı. Geride bizim gibi bir kaç Türk ve çoğunluk yerel halk kaldığında ise tam anlamıyla bir greek night yaşadık diyebilirim. Kışın sadece Cumartesi geceleri yapılan program bahar ve yaz aylarında haftada üç gece yapılacakmış. Yunan müziği ve sirtaki meraklılarına duyurulur.
Cumartesi günü Bulgaristan'ın Svilengrad şehrine gitmeye karar verdik. Orestiada'dan yaklaşık 50.km uzaklıkta olan Svilengrad'a gitmek için tekrar sınır kasabası Kastanies'e doğru gitmek gerekiyor. Dolayısıyla sınıra çok daha yakın bir konumda (30 km) olan bu coğrafyayı da gelmişken görmek istedik. Gel gelelim göremedik. Neden derseniz ; öğlen gibi yola çıkıp yaklaşık yarım saat sonra Bulgaristan sınırına vardık. Öncelikle belirtmeliyim ki shengen vizesi geçerli olmasına rağmen öyle elinizi kolunuzu sallayarak geçemiyorsunuz. Önce Yunan gümrüğünden geçtik yani çıkış yaptık, ardından yaklaşık 2 km. sonra Bulgar gümrüğüne geldiğimizde önümüzde yaklaşık 20 araba vardı. Bir süre bekledik hızlı ilerleyeceğini umarak. Ve fakat araya giren tırlar da eklenince süre epey uzadı. Bunun bir de dönüşü olacağını düşünerek hemen bir U dönüşü yaptık. Yani yaklaşık 15 dakika içinde Yunanistan'dan çıkış ve hiç bir ülkeye gitmeden tekrar giriş yapmış olduk. :)) Hem de bir kez daha parmak izi vererek.
Ama yol boyu geçtiğimiz köyler, ovalar, nehirler kısacası coğrafya çok güzeldi. Hepimiz çok keyif aldık.
Orestiada'ya döndüğümüzde öğlen yemeği için şehrin yine popüler mekanlarından Safran'a gittik. Gerek ortamı gerekse mönüsü gayet başarılı. Giderseniz mutlaka soslu ızgara mantarı deneyin derim.
Akşam ise daha önceden cumartesi günleri canlı müzik olduğunu öğrendiğimiz Aya Yorgi tavernasına gittik. Alexandroupoli'nin sayfiyesi Makri'de şubesi olan Aya Yorgi'nin merkezi meğer buradaymış. Biz daha önce Marki'dekine gittiğimizden mekanın kalitesi konusunda hiç şüphemiz yoktu. Tavernaya vardığımızda park yerindeki araçların neredeyse tamamının Türk plakalı olduğunu ve daha önemlisi Edirne'den minibüslerle tur getirildiğini görünce, önceden rezervasyon yapmakla ne kadar doğru bir iş yaptığımızı anladık. Saat 21.00 gibi başlayan canlı müzik ki orkestra ve solistler çok başarılıydı, geç saatlere kadar hiç ara vermeden devam etti. Gece yarısına doğru Edirne'den gelen gruplar yavaş yavaş kalkmaya başladı. Geride bizim gibi bir kaç Türk ve çoğunluk yerel halk kaldığında ise tam anlamıyla bir greek night yaşadık diyebilirim. Kışın sadece Cumartesi geceleri yapılan program bahar ve yaz aylarında haftada üç gece yapılacakmış. Yunan müziği ve sirtaki meraklılarına duyurulur.
Bahar ayları doğa ve kültür gezileri yapmak için kuşkusuz en ideal zaman. Biz de havanın güzel olmasını fırsat bilerek ikinci gün Didymothiko'ya ( Dimetoka ) gittik. Orestiada'dan 19 km sınırdan ise yaklaşık 40 km mesafedeki bu kasaba Türkiye sınırına oldukça yakın (3 km. kadar).
Meriç'in kollarından birinin de içinden geçtiği Dimetoka, hem Bizans'ın güçlü kalelerinden biri olmuş hem de Osmanlı'ya başkentlik yapmış önemli bir kasaba. Şu an halen batı trakya Türkleri'nin yaşadığı bir bölge olması açısından da önemini koruyor.
Şehirde iki cami var. İbadete açık olduğunu öğrendiğimiz küçük cami mahalle arasında çıktı karşımıza. Diğeri ise kent meydanında Osmanlı döneminden kalma görkemli bir yapı. Şu anda tadilatta olan yapı, muhtemelen müze olarak faaliyet gösterecek.
Şehrin içinde ayrıca çok görkemli bir katedral var. Kapalı olduğu için biz gezemedik ama bir daha ki sefere yapılacaklar listesine ekledik.
Şehir büyük bir kayalığın üzerine kurulmuş. Etrafına da şehir surları yapılmış. Günümüzde çok küçük bir bölümü ayakta kalabilmiş. Ancak bir kiliseyi de içine alan bazı kısımlarda kazı çalışması ve restorasyon devam ediyor.
Tepede yer alan Kurtarıcı İsa Kilisesi'nin bahçesinde kayalara oyulmuş şapele girdiğimizde ise sanki zamanda yolculuk yaptık.
Kent meydanında çok sayıda kafe bar yer alıyor. Ve Orestiada'ya göre nüfus daha genç ve daha kalabalık. Biz gündüz gittiğimiz için akşam nasıl olur bilmiyorum ama muhtemelen canlı ve keyiflidir.
İki saatlik Dimetoka gezisinin ardından İstanbul'a dönmek üzere yola çıktık. Karnımız hafif acıktığı için gümrüğe girmeden Kestanelik'te kasabanın küçük meydanında daha önceden bildiğimiz küçük tavernada öğle yemeği yemeye karar verdik. Yemekleri güzel ama özellikle pirzola yemenizi şiddetle tavsiye ederim. Yemeğin sonunda ikram edilen tatlıya da hepimiz bayıldık.
Keyifli bir tatili de böylece bitirdik. Yeni gezilerde ve yazılarda buluşmak dileği ile...
İki saatlik Dimetoka gezisinin ardından İstanbul'a dönmek üzere yola çıktık. Karnımız hafif acıktığı için gümrüğe girmeden Kestanelik'te kasabanın küçük meydanında daha önceden bildiğimiz küçük tavernada öğle yemeği yemeye karar verdik. Yemekleri güzel ama özellikle pirzola yemenizi şiddetle tavsiye ederim. Yemeğin sonunda ikram edilen tatlıya da hepimiz bayıldık.
Keyifli bir tatili de böylece bitirdik. Yeni gezilerde ve yazılarda buluşmak dileği ile...