Kızımın Teog sınavının ertesinde hem ona hem de bize (!) ödül mahiyetinde gerçekleştirdiğimiz Viyana seyahati, güneşli bir İstanbul sabahında Atatürk Hava Limanı dış hatlar terminalinden tişörtlerle bindiğimiz uçak yolculuğu ile başladı. Tişörtle diye özellikle belirtiyorum çünkü Viyana'ya indiğimizde bizi yağmur, fırtına ve 8 derecelik bir hava karşılayınca hepimiz şok geçirdik.

Havaalanı çıkışında şehrin çeşitli bölgelerine giden otobüsler var. Bizim otelimiz Westbahnhof'a yakın Mariahilfer caddesinde olduğu için Westbahnhof'a giden otobüse bindik. Binerken şöförden aldığımız
biletlere yetişkinler için 8 € kızımız için ise 4 € ödedik.
Booking'den yaptığımız rezervasyonla geldiğimiz İbis Hotel'de biraz hayal kırıklığı yaşamadık desem yalan olur. Odalar çok soğuktu, terlik vs. gibi oda malzemeleri yoktu. Neyse ki odaya iki adet ısıtıcı getirdiler de biraz ısındık.
Viyana çok turistik bir şehir olduğu için size rehber olabilecek pek çok yazılı bilgiye kolayca ulaşmanız mümkün. Bu nedenle gezimizi günlük olarak yazmayacağım. Önemsediğim ve size faydalı olacağına inandığım bazı bilgiler ışığında kısa bir gezi yazısı yazmayı amaçlıyorum.
Öncelikle belirtmeliyim ki müzeleri gezmek istiyorsanız mümkünse biletleri gitmeden internetten alın. Ben böyle yaptım ve müze girişlerinde hiç sıra beklemeden kolayca giriş yaptık. Ayrıca bütçenizi ayarlamak açısından da bu yöntem gayet uygun.
Ben Belvedere ve Hofburg saraylarına bilet almıştım. İlk gün hava çok soğuk olduğu için saraylardan birini gezmenin iyi olacağını düşünerek Belvedere sarayının yolunu tuttuk. Otelin önünden bindiğimiz tramvay bizi saraya kadar götürdü.
Saray iki bölümden oluşuyor; yukarı ve aşağı bölümler. Biz 19 ve 20. yüzyıl ressamlarının eserlerinin yer aldığı yukarı bölümü gezdik. Gustav Klimt'in ünlü Kiss - Öpücük tablosu tabiki müzenin starı ama Kokoschka, Renoir, Monet, Waldmüller ve Van Gogh'un orjinallerini görmek insanı müthiş heyecanlandırıyor. Elbette hepsi müthişti ama kendi adıma Klimt'in Portrait of Woman (1864) tablosu nefesimi kesti diyebilirim.
Hofburg Sarayı da pek çok farklı bölümden oluşuyor ancak vaktimiz sınırlı olduğu için biz sadece iki bölüm için bilet aldık. İmparator Franz Joseph ile güzelliği ve hüzünlü hikayesi efsane olmuş Kraliçe Sisi'nin yaşadığı Sisi Müzesi ve de kraliyet gümüşlerinin yer aldığı müze bölümü.

Kraliçe Sisi'nin ve İmparator Franz Joseph'in yaşam alanlarının mütevaziliği karşısında şaşırarak, porselen ve gümüş ağırlıklı yemek takımları ile mutfak malzemelerinin çeşitliği ve ihtişamı karşısında hayranlık duyarak yaklaşık iki saatte müzeyi gezdik.
Eski şehir bölgesini gezerken pek çok tarihi yapıyı dışarıdan görmek mümkün. St. Stephen's Katedrali'ni merkez kabul edersek etrafında çizeceğiniz 1km çapında daire içinde Mozart Evi, Hofburg Sarayı, Opera Binası, Parlamento Binası, Museums Quartier gibi önemli yapıları gezme şansı bulabilirsiniz.
Otelden aldığımız şehir haritası yardımıyla metro ve tramvayları kullanarak tüm şehri sorunsuzca dolaştık. Haritada işaretli tüm turistik merkezler ve yapıların yanında hangi ulaşım aracıyla gidebileceğiniz ve hangi duraklarda ineceğiniz belirtilmiş. Bu sayede hiç zorlanmadan istediğimiz yere kolayca gittik.
Viyana deyince akla müzelerle birlikte şehrin hemen her yerinde karşınıza çıkan parklar ve bahçeler geliyor. Sarayların bahçeleri elbette muhteşemdi. Bunun dışında bizim gezebildiğimiz en büyük park şehir parkıydı. İçinden Tuna'nın yan kollarından birinin geçtiği bu parkta küçük köprülere asılmış dilek kilitlerini görünce yanımıza bir kilit almadığımıza çok hayıflandık.
Çocuklu gezginler ve de ruhu çocuk olanlar için Avrupa'nın en büyük lunaparklarından birini de içinde barındıran Prater gezinin olmazsa olmazı. Eskiden kraliyet ailesinin avlanma alanı olarak kullandığı bu dev parkın, sadece lunapark bölümünün bir kısmını gezmemize rağmen burada epey zaman harcadık. Adrenalin meraklılarına şiddetle tavsiye ederim.
Gezimizin son günü Tuna nehri üzerinden tekneyle Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya gittik. Ben yine bu gezi için tekne biletlerimizi gitmeden internetten almıştım. Bir tür deniz otobüsü olan bu teknelerle nehir üzerinde seyahat etmek aslında keyifli. Ancak Slovak şirket tarafından işletildiği için hem tekneler çok eski hem de personel çok ilgisiz ve soğuk. Bunları göz ardı ederseniz dediğim gibi Bratislava'yı görmek için güzel bir seçenek. Sabah 9.30 da limandan kalkan tekne 11.00 gibi Bratislava'ya varıyor. Akşam da oradan kalkış 17.30. Toplam 1,5 saatlik bir yolculuk gibi gözükse de bu seyahatin yarım saati havuzda suyun yükselip alçalmasını beklemekle geçiyor. Giderken alçalan su dönüşte yükseltilerek tekneye yol veriliyor.
Ve evet başlıkta da söylediğim gibi Viyana'nın tüm şatafat ve görkeminin tersine son derece mütevazi ve sempatik Bratislava. Şehre yaklaştığımızda tepede Bratislava Kalesi tüm görkemiyle karşımıza çıktı. Tarihi ile ilgili ilk yazılı bilgiler M.S 907 yılına dayanan kale ve 13. yy. da inşa edilen saray pek çok kraliyet ailesine ev sahipliği yapmış. Günümüzde müze olarak kullanılan yapıyı biz de şehri gezerken ziyaret ettik.
![]() |
Cumil - Şehrin adeta sembolü olmuş bronz heykel. |
Arnavut kaldırımlı sokakları, şirin kafeleri , eski ama sevimli binaları ve benim için paha biçilemez kapıları bu şehri sevmek için yeterli sebep bence. Bir de her köşe de karşımıza çıkan bronz heykeller gezginlerin gözünde küçük şehri devleştiren unsurlar bence. Bir sonraki gezimizde bir gece mutlaka Bratislava'da kalmaya karar vererek ayrıldık ve yine geldiğimiz yolla yani muhteşem Tuna yolculuğu ile Viyana'ya döndük.
![]() |
Bu sevimli araçlarla iki saatlik şehir turu yapmak mümkün. Tekneden indiğinizde size tur satmaya çalışan pek çok turizm şirketi çalışanı ile karşılaşacaksınız. |
![]() |
Nehrin karşı tarafında ise Bratislava'nın modern yüzünü görüyorsunuz. |
Gördüklerimiz böyle ama biraz da yeme - içme meselesinden bahsetmek lazım diye düşünüyorum. Viyana deyince ilk akla gelen yemek elbette şinitzel. Tüm gezgin sayfalarında karşınıza çıkacak meşhur şinitzelci Figlmüller ise bu gezinin olmazsa olmazı. Bazı yorumlarda pek de matah olmadığı yazılsa da siz beni dinleyin ve Figlmüller'e uğramadan gelmeyin. Yalnız kapıda beklemek ve hatta yer bulamama durumuyla karşılaşmak istemiyorsanız mutlaka gitmeden yer ayırtın. Ben internetten 15 gün önce rezervasyon yapmama rağmen istediğim günde bulamayıp bir gün öne çekmek durumunda kaldım.
Biz mayıs ayında gittiğimiz için kuşkonmaz ve ahududu zamanına denk geldik. Pek çok mönüde yer alan kuşkonmazı seviyorsanız mayıs ayını tercih edin derim. Ayrıca mayıs Viayana için festivallerin yoğun olduğu bir dönem. Bize rast gelen bir festivalde St. Stephan Katedrali'nin çevresine kurulan küçük tezgahlarda pek çok el sanatları ile geleneksel yiyecek ve içecekler satılıyordu. Burada denediğim Himmelstürm ( taze ahududu şarabı) ise hafif ve tatlı içkilerden hoşlananların tercihi olabilir.

Sacher pastanesinin meşhur turtasını yemek istiyorsanız sıra beklemeniz kaçınılmaz. Bu turta pek çok yerde satılıyor ama tabi ki menşei ve hala bilmem kaç yüz yıllık tarifiyle yapılanı Sacher pastanesinde. Demel'in Apfelstrudeli yani elmalı tartı, Viyana'ya özgü bir kahve türü olan melange , marzipanlı Mozart çikolataları, muhteşem Avusturya şarapları ve tabi ki Slovak birası bu geziden damağımızda kalan tatlar.
