6 Kasım 2023 Pazartesi

SİSAM VEYA SAMOS NE DERSENİZ DEYİN AMA MUTLAKA GİDİN, GÖRÜN.


Samos’tan döneli nerdeyse iki ay oldu ve ben yazımın başına ancak oturabildim. Yaz sonu biriken işler, kış hazırlıları derken üstüne sonbaharın insanı miskinleştiren atmosferi eklenince bu zamanlara geldik.

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yaz sezonunu Yunanistan’da kapatmış olmanın mutluluğu ile maceramızı anlatmaya başlayalım. Öncelikle belirtmek isterim ki bu kurlara rağmen Yunanistan’da tatil yapmak hala çok ekonomik. Eskiden sıklıkla gittiğimiz Assos otellerinden örnekleyelim mesela , beş günlük konaklamaya burada ödeyeceğimiz rakamın üçte birini ödedik Samos’ta üstelik açık büfe kahvaltı dahil. Yeme – içme fiyatlarına da yazının ilerleyen bölümlerinde yer vereceğim.

Samos Bay Oteli - Balkonumuzdan manzaramız ve otelin önündeki plaj.

Hem havanın daha konforlu olması hem de ülkemizde okulların açılmasıyla çocuklu tatil kalabalığının çekilecek olması nedeniyle tatil planımızı Eylül ayının ikinci haftasına yaptık. Ve bir sabah erkenden yola çıkarak sakin ve keyifli bir yolculukla öğleden sonra Kuşadası'na vardık. Ülkemizden Samos’a sadece Kuşadası’ndan direk feribot var. Önceki yıllarda Seferihisar'dan da varmış ancak sonra kaldırılmış. O nedenle sabah 08.30 kalkışlı feribotumuza yetişmek için bir gün önce giderek bir gece Kuşadası’nda kalmaya karar verdik. www.hotels.com dan ayırttığımız Ogerim otelde herhangi bir kategori seçmemiş olmamıza rağmen bize bahçe katında son derece küçük, konforsuz ve rutubet kokan bir odayı verdiler. Sanırım bir gece kalan müşterilerin ertesi gün Samos’a gitmek için istasyon olarak kullandıklarını düşünerek bahçedeki odaları bu müşterilere veriyorlar. Biz fark ödeyerek üst kattaki odalara çıkmak istedik ama otel doluydu.

Limanın hemen karşısındaki Kazım Usta atmosferi ve mezeleri ile tatil başlangıcı için çok doğru bir seçenek oldu. https://www.instagram.com/kazimustarestaurant 

Yıllardır Kuşadası’na gitmemiş tatilciler olarak, bu erken gidişi fırsat bilip hem biraz kenti dolaştık hem de akşam harika bir yemek yedik. Samos’a gidecekler bizim gibi yaparak tatili bir gün önce başlatabilirler. Bu arada Kuşadası limanındaki devasa cruise gemileriyle ülkemize gelen Avrupalı turistlerin çokluğu da son derece mutluluk vericiydi.

Ve ertesi gün erkenden arabamızı otelin önünde uygun bir noktaya bırakarak taksiyle limana indik. Normalde bir saat önce orada olmak yetiyor ama biz biraz aceleci davranıp 1.5 saat önce limana geldik. Biletimizi www.erturk.com.tr den almıştık , feribotumuz ise Tilos Travel’in deniz otobüsü idi. Kişi başı gidiş-dönüş 52 € ödedik. Acentenin kayıt masası açılınca önce biletlerimizi alıp ardından pasaport kontrolü ile gümrüklü alana geçtik. Yurtdışı çıkış pulu almadıysanız da pasaport kontrolden önce bir memur nakit ödemek koşuluyla satış yapıyor.



Ve feribotta yudumladığımız güzel bir kahve eşliğinde yaklaşık 60 dakikalık bir yolculukla adaya ulaştık. Öncelikle belirtmek isterim ki Samos son derece yeşil bir ada ki Yunan adaları genelde çorak olur. Siz de benim gibi yeşilin maviyle buluşmasını seviyorsanız Samos tam size göre.

Biz konaklama olarak adayı ikiye ayırdık . İlk üç gün adanın kuzeyinde Vathy'de sonraki iki gün ise adanın güneyi Pythagorion'da konakladık .Otellerimizi her zaman olduğu gibi www.booking.com dan ayarlamıştım.  Vathy'deki otelimiz çok güzel bir koyda olduğu için ve de ilk gün yolculuk, otele yerleşme vs. telaşlarımız olduğu için araç kiralamak istemedik. İyi ki de öyle yapmışız. Limanın tam karşısındaki kafede kahvaltımızı yaptıktan sonra bir taksiye atlayıp beş dakikada otelimize vardık.

Harika bir sebzeli omletle hazırlanmış bu kahvaltı tabağı ve portakal suyu 8 Euro. Biz tabi ki iki de çay söyledik :))

Gagou Beache’de Samos Bay otelini şiddetle tavsiye ederim. Hem otelin manzarası, konforu ve hem de denizi muhteşem. Mutfak biraz zayıf onu söyleyeyim. Kahvaltı açık büfe, bakarsanız her şey var ama lezzet konusu maalesef çok tatmin edici değil. Samos Bay otelin aynı zamanda yarım pansiyon konsepti de var. Biz oda kahvaltı kaldık ama ilk akşam yorgun olduğumuz için otelden çıkmak istemedik ve kişi başı 15 Euro ödeyerek açık büfe akşam yemeği yedik. Ve maalesef köfte ve makarna dışında mönüden çok memnun kalmadık. 

Yol arkadaşım, can arkadaşım Gül 💗

Yemekten sonra hem çevreyi keşfetmek hem de ertesi akşam için daha önceden listemize aldığımız Welcome Restaurant’a rezervasyon yapmak için yürüyüşe çıktık. Otelimizden yaklaşık 15 dakikalık yürüyüşle merkeze ulaşabiliyorsunuz. Ve Welcome Restaurant’ta bu yol üzerinde. 

Welcome Restaurant'ın hemen yanında Escape Bar'ı tesadüfen keşfettik . Atmosferi fotoğraflarda bir nebze göstermeye çalıştım ama çok daha güzel gerçekten. Müzikler ve şarap çeşitleri de tavsiyeyi hak ediyor.



Ertesi gün daha önceden yazıştığımız Vangelis’le otelin lobisinde buluşarak aracımızı teslim aldık
ve kendimizi Samos yollarına attık. 

Adadaki ikinci günümüzü adanın kuzey tarafındaki plajlarda geçirmeye karar verdiğimizden önce Kokari’ye , ardından da adanın en güzel plajlarından biri olan Lemonaki’ye geçerek günü tamamladık. Kokari kasabası çok enteresan bir yer. 


Hem bakir plajları var hem de canlı, hareketli ama yine de sakin şirin bir balıkçı kasabası. Ayrıca da çok şık sokakları ve mekanlarını söylemezsek haksızlık ederiz. Bir kez daha Samos’a gidersem mutlaka bir gün Kokari’de konaklayıp gece atmosferini yaşamak isterim.



Kokari'ye gelip taştan kule yapmasak olmazdı :))

Günün geri kalanını Lemonaki plajında geçirdik. Deniz kesinlikle şahane, iki tane farklı plaj işletmesi, var. Ayrıca iki adet de taverna var. Biz birinde konuşlanıp hem öğle yemeğimizi yiyelim hem de plajdan faydalanalım dedik ama öyle olmadı. Burada plaj işletmeleri ile tavernalar ayrı. Plajlarda şezlong şemsiye hizmetinden faydalanmak istiyorsanız kişi başı 4€. 

Buradaki tavernada tatilin ilk ahtapotunu yedik ve hatta ilk uzosunu içtik ama söyleyeyim yemekler ahım şahım değil. Boşuna para vermeyin bira –patates en güzeli bence. 

İkinci akşam yemek adresimiz Welcome Restaurant’tı. Lokasyonu, yemekleri ve ambiyans ile Samos gezinizde unutulmaz bir iz bırakacağına hiç şüpheniz olmasın. Fiyat bakımından sıradan bir taverna ile arasında yaklaşık %20 fark olabilir ancak kesinlikle değer. 


Üçüncü gün rotamız önce şarap müzesi oldu. Samos’a gitmeden önce adanın şarap üretimi ile ilgili pek çok yazı okumama rağmen yine de böyle ciddi bir şarap üretimi ve böyle özel şaraplar beklemiyordum. Müze küçük ama adanın şarap tarihi hakkında yeterli bilgiyi veriyor. Üstelik giriş ücretine dört çeşit şarap tadımı da dahil. Tabi burada amaç aynı zamanda tatdığınız şarapları satın almanız. Biz de bu gaza gelip ikişer şişe şarap aldık. Benden size tavsiye beğendiğizi şarapları gidip marketlerden alın fiyatı çok daha ucuz.




Müze gezisinin ardından seramikleri ile ünlü dağ köyü Manoletes’e doğru yola çıktık. Yolunun zorluğu ile ilgili pek çok yorumu okumuştum ama  yine de yeterince ifade edilmediğini düşünüyorum😌 Allahtan çok uzun bir yol değildi ve hava çok güzeldi. Ama her şeye rağmen görülmeye değer tabi. Bu köye yerleşen mübadiller Kütahya civarından gelmişler. Ve gelirken de kendi zanaatlerini birlikte getirmişler. Şimdi onların torunları seramik işçiliğini sanata dönüştürmüş durumda.



Çok yüksekteyiz çoookk 👀



Pisagor'un meşhur adalet kupası ve onun kesiti. Adanın tamamında hediyelik eşya dükkanlarında bulmak mümkün ama Manoletes seramikleri ile ünlü bir köy olduğundan buradaki seçenekler gerçekten çok güzel.


İki kültürel geziyle günün yarısını çoktan geçtiğimiz için ücret ödeyeceğimiz bir plaja gitmek yerine yol üzerindeki Avlaki’de sahile yayılıp birkaç saat deniz keyfi yapmayı tercih ettik. Avlaki bizdeki yazlıkların olduğu tarzda küçük bir sahil kasabası ve denizi de gayet güzel. İki tane taverna ve bir iki otel dışında genelde yazlık evler var. Son derce sakin bir belde.

Yoğun bir günün ardından otele dönüp duşumuzu aldıktan sonra bu bölgedeki son akşamımızı merkezde geçirmeye karar verdiğimizden Vathy’ye doğru yola çıktık. 




Şehrin dar sokaklarını, merdivenli yokuşlarını gezip bolca fotoğraf çektikten sonra yemek yiyecek bir yer aramaya başladık. Sahildeki sıradan tavernalar ve meydandaki fast food tarzı mekanlar hiç ilgimizi çekmediği için biraz da hayal kırıklığı ile son bir sokağa girip oradan otelimizin olduğu bölgeye dönmeye karar vermiştik ki o da ne; harika bir geleneksel taverna ve üstelik o gece canlı müzik varmış. 


Yianni's Ouzeri - Yannis'in Yeri manasında :))

Yer ayırtmamış olmamıza rağmen erken geldiğimiz için iki kişilik bir masa ayarlayabildiler. Çünkü genelde yerel halk geliyor ve de kalabalık gruplar halinde geldikleri için mutlaka rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş.

Ve sabah muhteşem deniz keyfiyle güne başladıktan sonra SamosBay’deki son kahvaltımızı yaparak otelden ayrıldık ve 20 dakikalık bir yolculukla ikinci konaklama lokasyonumuz olan Pythagorion’a geçtik.  Daha kasabaya girer girmez atmosfere bayıldık. Önce arabayı ilk gördüğümüz açık otoparka bırakıp hem sabah kahvemizi içelim hem de internete bağlanıp otelin lokasyonuna bakalım diye ilk gördüğümüz kafeye oturduk. Bir de baktık ki otel neredeyse tam karşımızda ve arabamızı da otelin arka bahçesinin çıkışındaki otoparka bırakmışız. Dolayısıyla  otele girişimizi yaptıktan sonra direk valizleri arka kapıdan alarak odamıza yerleştik. Otelimizin adı Elli Studios ve şehrin tam olarak merkezinde. Marina, çarşı, tavernalar, kafeler, barlar hepsi yürüme mesafesinde ve neredeyse görüş sahamızda J Elli Studios otelini – pansiyon demek belki daha doğru -  fiyat performans olarak çok iyi bulduğumuzu söylemeliyim. 




Sıcak iyice bastırdığı için hızlıca eşyalarımızı bırakıp günün geri kalanını değerlendirmek üzere çok da planlı olmayan bir rota tuttuk. Amacımız en fazla 15 – 20 dakika mesafede tavernası da olan bir plaj bulmaktı ki İreo kasabasında tam da istediğimiz gibi bir yer bulduk. Denizi pek öyle vauuu diyeceğimiz kadar güzel değildi ama tavernası, yemekleri, manzarası ve servis yapan genç çiftin içtenliği bizi son derece memnun etti. Üstelik yemek yediğimiz için plajdaki şemsiye ve şezlonglar ücretsizdi. 


Otelimize döndükten sonra hızlıca hazırlanarak kendimizi Pythagorion’un sevimli, canlı, eğlenceli ve kalabalık sokaklarına attık. Bu arada otelimiz merkezde olmasının yanında kaleye ve arkeoloji müzesine de yürüme mesafesinde. Ayrıca Pythagorion’daki tavernalar, barlar, hediyelik eşya dükkanları ve özellikle tasarım ürünler satan mağazalar gerçekten çok şık.

Akşama yemeği için planımız güzel bir Samos şarabı eşliğinde deniz ürünlü makarna yemekti. Ve gerçekten Pythagorion yemek açısından son derece zengin alternatifler sunuyor. Birkaç mekan dolaşıp mönülere baktıktan sonra tam istediğimiz gibi bir yer bulduk. Yemek sonunda hem gözümüz, hem midemiz doymuş hem de mekanın ihtişamıyla ters orantılı bir hesap ödemiştik.

Ertesi gün Samos’taki son günümüz olduğu için biraz alışveriş yapıp sonrasında kendimizi güzel bir plaja attık. Paralia Glikoriza plajı adanın güneydoğusunda yer alan ve son derece kapalı bir koy olduğundan rüzgarlı havalarda bile tercih edebileceğiniz organize bir plaj.

                                                          

Ayrıca oteli ve tavernası da var. Adanın hemen her yerinde olduğu gibi deniz bura da çok güzel. Öğlen yemeğini cheeseburger ve bira şeklinde klasik plaj mönüsüyle (Glicorisa Beach’de iki cheeseburger , iki bira 30 Euro) geçiştirip akşam finali Pythagorion’un en ünlü tavernası Maritsa’da yaptık. Önceden rezervasyon yaptırmadığımız için yaklaşık 20 dakika masa boşalmasını bekledik. Bizden sonra gelenler kapıda kuyruk oluşturdu bu arada. Bence siz gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırın. Tabi tatilimizin son akşamında mönüyü de biraz abartarak Samos tatilinin en yüksek hesabını ödedik (kişi başı 40 Euro civarı). Elbette yediklerimizle ve o masanın Türkiye’de bir tatil beldesindeki olası fiyatıyla kıyaslayınca komik bir hesap olduğunu da eklemek isterim.

Ve her güzel şey gibi bu tatil de bitti...Bakalım bundan sonra yolumuz bizi hangi rotalara götürecek. Siz de hayal etmekten geri durmayın. Karşınıza ne zaman nerede hangi fırsatlar çıkacak hiç belli olmaz. İnanın bazen evren sizin hayallerinizi gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor.

 

 

 

 

 

 

 


19 Ekim 2022 Çarşamba

Yunanistan'da küçük bir sahil kasabası ; Fanari.

 

Ne şanslıyım ki hayatımda harika tatil arkadaşı da olan dostlarım, sevdiklerim var. Çünkü tatil deyip geçmeyin. Normalde çok iyi anlaştığınız arkadaşlarınızla tatil bir kabusa dönebilir. Boşa dememiş atalarımız birini tanımak istiyorsan ya yemeğe ya da yolculuğa çık diye. İşte bu seyahati paylaştığımız sevgili dostum Gül’le öyle mükemmel bir uyum yakaladık ki döner dönmez ikinci seyahati planlamaya başladık bile. 😊


Her ikimiz için de uzun bir aradan sonra tatil hazırlığı yapmak yeterince heyecan vericiyken söz konusu Yunanistan olunca benim için bu heyecan bir kat daha artıyor. Otel rezervasyonu, vize işlemleri, yeşil kart derken yolculuk günümüz geldi çattı. Vize ve yeşil kart konularını daha önceki yazılarımda aktardığım için burada tekrar etmeyeceğim. Bu kez arkadaşımın arabasıyla sabah 06.30 da
Bakırköy’den yola çıktık. Hedefimiz günü kaçırmadan Fanari'ye varmak ve  kendimizi Ege’nin masmavi sularına atabilmekti. 

Geleneksel Meriç geçişi fotoğrafı olmazsa olmaz :) 


Tekirdağ civarında bir kahvaltı molası vererek keyifli bir yolculukla İpsala’ya ulaştık. Gümrük kapısı yeniden düzenlenmiş, yeni binalar, görkemli bir tak yapılmış falan ama gerek var mıydı tartışılır. Temel ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak daha sade bir mimariyle hem daha şık hem de daha az maliyetli hudut kapısı kompleksi yapılabilirdi diye düşünüyorum. Neyse biz kolayca işlemlerimizi halledip iki kapıdan da hızlıca geçtik ve ver elini Fanari. İpsala dan başlayan Egnatia Odos otoyolu ülkenin doğusundan batısına kadar uzanıyor. Sürücülere rahat ve konforlu bir yolculuk imkanı veren otoyol ayrıca Avrupa'nın da en önemli geçiş noktalarından birisi.



Güzel Yunan müzikleri ve pitoresk manzaralar eşliğinde otelimize vardık. Özelikle Gümülcine sapağında Fanari'ye doğru otoyoldan ayrılınca neredeyse otelin bahçesine kadar sağlı sollu pamuk tarlaları yolu bir kat daha keyifli hale getirdi. Oteli her zaman olduğu gibi www.booking.com dan ayırtmıştım. Otelin konumu gerçekten çok güzeldi. Odalar, kahvaltı ve otel sahibinin ilgisi de buna eklenince fiyat/performans olarak oldukça iyiydi. 


Odamızın gün batımı manzarası bu. Sabahları ise onlarca farklı kuş türünün senfonisi gerçekten doyumsuz bir keyif. 

Türk Lirası'nın  Euro karşısında aşırı değer kaybetmesine rağmen, Yunanistan'da hala gayet ekonomik bir tatil yapılabileceğini göstermek açısından, bu yazımın sonunda ilk defa bazı fiyatları sizlerle paylaşmak istiyorum. Hele yıllardır gittiğimiz bazı otellerin oda kahvaltı fiyatlarını öğrenince bu paylaşımı yapmak farz oldu.

Daha önce Fanari’yi sizlere anlatmamış olmama hayret ederek tatil boyunca hem notlar aldım hem de instagram hesabımdan bol bol paylaşım yaptım. Eylül başı olmasına rağmen hava çok güzeldi ve de Yunan halkı dışında neredeyse bizden başka Türk veya başka bir milletten turist yoktu. Bence zaten Yunanistan tatili için Eylül en güzel ay. 

Fanari, Komotini yani Gümülcine’nin bir nevi sayfiyesi olan küçük bir kasaba. Yaz kış yaşayan bir yer  ama yazlık evler de oldukça fazla. Yazlık nüfusu kıştan yüksek elbette. Otele giriş yapıp şöyle yalandan yerleştikten sonra plaj çantalarımızı kapıp doğru Arogi plajına attık kendimizi. Otelden arabayla beş dakikalık mesafede olan – ki istenirse çok rahat yürünür - bu plajlar bölgesinde sırayla tesisler var. Tesis dediysem de öyle dört başı mamur betonarme binalardan falan söz etmiyorum. Bütün tesislerde yapılar demonte, saz gibi, ahşap gibi doğayla dost malzemeler kullanılmış, tuvaletler portatif. Tüm Yunanistan'da olduğu gibi burada da deniz ve kumsal kimsenin mülkiyetinde değil. Herhangi bir tesise gelip havlunuzu veya şezlongunuzu koyup güneşlenebilir ve denize girebilirsiniz. Eğer şemsiye, şezlong, duş, tuvalet gibi tesise ait imkanlardan faydalanmak istiyorum derseniz tüm gün için sadece bir kahve, bira veya herhangi bir şey içmeniz yeterli ki onun da kişi başı maliyeti 3 ya da 4  Euro . 


Pek çok plaj tesisi var ama önceki yıllardan kalan alışkanlık olsa gerek ayaklarım beni hep Anemos'a götürüyor. Gül'de çok sevdi bu plajı o yüzden farklı bir yer denemedik. Zaten koşullar hepsinde aynı.

Muhteşem deniziyle Arogi plajlar bölgesi.






Bir kış tatilinden paylaştığım eserim:)




                                                          














Ve Eyül sonu gibi tüm tesisler toparlanıp gidiyor. Bir dahaki yaza kadar sahil deniz kuşlarına, hırçın dalgalara, kıyıya vuran deniz kabuklarına kalıyor. Nereden biliyorum derseniz bir kış seyahatinde Dedeağaç’tan Fanari’ye gitmiştik gezmek ve yemek yemek için. Sahile gittiğimizde  inanamamıştım, bir tek şemsiye bile kalmamıştı. Yazın o rengarenk, cıvıl cıvıl plajları gitmiş ıssız, bakir bir koy kalmıştı geriye. 


İlk akşam yemeği, heyecan dorukta. To Limani taverna benim zaten çok tercih ettiğim bir yerdi . Birkaç farklı restoran denedik ama Gül de benimle aynı kanıya vardı ; kesinlikle en iyisi To Limani. 


Adından da anlaşılacağı gibi To Limani liman manzaralı.

Fanari merkezde yer alan kafelerde yemek öncesi bir şeyler içip muhteşem gün batımını izleyebilirsiniz.

Biz de aynen öyle yaptık.

Günlerimiz genel olarak kahvaltı, plaj ve akşam taverna üçgeninde geçtiği için her şeyden önce çok dinlendirici bir tatil olduğunu belirtmek isterim. Çünkü daha önce de bahsettiğim gibi plaja araba ile beş dakikada varmak, akşam yemeği için ise merkeze yürüyerek gidip dönmek paha biçilemez bir tatil konforu gerçekten. 


Aziz Nikolaos Kilisesi

Deniz, kum, güneş tatili dediysem de yine de yakın yerlere kısa kültür ve alışveriş gezileri de yaptık elbette. Bunlardan ilki daha önce de birkaç kez gittiğim Fanari ve Porto Lagos arasındaki Aziz Nikolaos  Kilisesi. Vistonida Gölü üzerinde yer alan kilisenin hem kendisi hem de bulunduğu ortamın fauna ve florası o kadar etkileyici ki kolay kolay ayrılamıyor insan. 


Fanari gibi pek çok kasaba ve köyün içinde bulunduğu bölge Nestos Deltası ve Vistonida Gölleri Ulusal Parkı olarak geçiyor. Özellikle kuş türleri açısından oldukça zengin bir ulusal park ve elbette hepsi koruma altında. Kiliseyi gezmeye gittiğinizde yakınındaki Porto Logos balıkçı köyünü de ziyaret edebilir, sahildeki tavernalarda yemek yiyebilirsiniz.

Çevreyi daha detaylı gösterebilmek açısından buraya bir de video bırakıyorum.


 


Bir diğer gezi noktamız ise Batı Trakya’nın en önemli yerleşim yerlerinden biri olan İskeçe. Günümüzde modern bir kent kimliği taşıyan İskeçe'de Türk nüfusun oranı çeşitli kaynaklara göre değişiklik göstermekle birlikte yaklaşık %43 civarında. Doğal güzellikleri, tarihi zenginliği ve festivalleriyle renklenen kültürel yaşantısı ile görülmeye değer.


Her yerde olduğu gibi burada da kent merkezinde daha çok modern yapılar, iş merkezleri, resmi kurumlar bulunuyor.

Ama yeşil, çok yeşil...

Yunanca adı Xanthi olan bu kent Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan nostaljik sokaklarının yanı sıra, bir üniversite şehri olması nedeniyle pek çok restoran, kafe ve eğlence yeriyle de oldukça popüler.

Kahve molası.

Fanari'den İskeçe'ye gelirken otoyola çıkmayıp ara yoldan gelmenizi şiddetle tavsiye ederim. Yukarıda da bahsettiğim gibi bölge zaten milli park kapsamında. Yol boyu köyler, kasabalar, bereketli tarlalar, üzüm bağları, zeytinlikler, meyve bahçeleri... İnanın kıskandım. Bu kadar bereketli, verimli ve bakımlı tarım arazilerinin olduğu bir bölgeyi uzun zamandır hiç bir yerde görmedim.


İskeçe'de evlerin bahçelerinden bile bereket fışkırıyor.









Havanın çok sıcak olması nedeniyle biz kısa bir şehir turu, bir kahve molası ve biraz alışveriş yaparak Fanari’ye dönüp kendimizi serin sulara attık. Ama siz isterseniz Ekim veya Kasım aylarını tercih edebilir,  hem müzelerini gezebilir, hem de yakın yerlerde coğrafi keşifler yapabilirsiniz. Hatta  belki Drama ve Kavala’yı gezi programınıza ekleyerek gezinizi zenginleştirebilirsiniz.




Geçtiğimiz yıllarda - ki en yakın pandemi öncesi dersek nereden baksan en az iki yıl- plaja giderken yol kenarında bir karavanda köfte, kebap gibi ekmek arası yiyecekler satan bir kantina (Yunanistan'da yiyecek satan karavan tipi mobil araçlara öyle diyorlar) görmüştük. Sahibi Arnavut kökenli çok sempatik bir adamdı. Yarım yamalak Türkçesiyle epey sohbet etmiştik. Ve kebapları, köfteleri o kadar lezzetliydi ki tatil süresince her öğlen orada yemiştik. Bu tatili planlarken de yine yapılacaklar listesine  "Arnavut abinin kantinasında  mutlaka kebap yenecek" maddesini eklemiştim. Ve fakat ilk gün plaja giderken yol boyu bakındım ama kantina yoktu. İkinci gün yine yok, üçüncü gün hala yok :( Tam ümidi kesmiştik ki Cumartesi yani hafta sonu plaja giderken mavi kantina gelmişti. Tabi öğleni zor edip doğru kebap yemeye. Bir kişinin zorlukla yiyebildiği kocaman bir pide arasında kebap, taze kızarmış patates, garnitür ve kolaya kişi başı 4,5 Euro verdik. Yani şöyle söyleyeyim porsiyon o kadar büyüktü ki akşam biz hala acıkmamıştık. Üstüne bir de Arnavut abi bize birer tane de şeftali ikram etmez mi? Daha ne olsun 😍 



Yazarken bile canım çekti desem :)


Her zaman olduğu gibi sayılı gün çabuk geçti ve tatilin son gününe geldik. Ama biz bitti demeden tatil bitemezdi 😄 Tatilin son günü İstanbul'dan sevgili arkadaşlarımız Yeşim ve Bora " hafta sonu Dedeağaç'a geliyoruz, Pazar günü Makri'de plajda buluşalım" demez mi. Tabi ki teklifi memnuniyetle kabul edip sabah erkenden kahvaltımızı yaparak otelden ayrıldık ve ver elini Dedeağaç. Daha önce Makri'de Agia Yorgi'nin plajında denize girmiştik ancak çok beğenmemiştik. Ama arkadaşlarımızın daha önceki tatillerinden tecrübe ettikleri Nama Beach'in gerçekten hem tesisi hem denizi efsaneydi. 










Yaza veda etmek ve deniz sezonunu kapatmak için daha iyisi olamazdı herhalde. Çok geç saate kalmamak için Gül ve ben saat 15.00 gibi yola çıkmayı hedeflemiştik. Arkadaşlarımız zaten bir gün için geldiklerinden günü sonuna kadar kullanıp geç saatte çıkmaya karar verdiler. Ama bu güzel buluşma ve sezon finali bir yemek yemeden bitemezdi elbette. 

Taverna Agia Paraskevi

Yazının başında da bahsettiğim gibi şimdi sizler için birkaç örnek harcama kalemini paylaşmak istiyorum. 

2 kişi için 4 gece oda kahvaltı konaklama: 5800 TL
15 günlük yeşil kart : 856 TL 
Gidiş - dönüş benzin: 1156 TL
İki adet duble kahve ( yanında ikram edilen iki dilim kek ve bir büyük şişe buz gibi su dahil) : 5 Euro
Akşam yemekleri de ne yediğinize bağlı olarak elbette değişiyor ama kesinlikle ülkemizin gözde (!) tatil beldelerinden çok çok ucuz. 
Bu arada market alışverişi de yaptık. Aldıklarımızı ve rakamları buraya hiç yazmayayım da iyice üzülmeyin bari.😉

Aynı denizi, aynı coğrafyayı, hatta aynı kültürü paylaştığımız komşu ülkede, içimiz rahat, kazık yeme korkusu olmadan bütçemize göre bir tatil yapmanın keyfini yaşadık.  Dünyada eşi benzeri olmayan güzellikleri barındıran ülkemizde de aynı şartlar ve aynı duygularla tatil yapabilmek umuduyla...

Neyse biz yine yazımızı iyi dileklerle bitirelim. Gidebildiğiniz, gezebildiğiniz kadar gezin. Çevrenize alıcı gözle bakın, doğayı dinleyin, gözlemleyin, sokağınızdaki asırlık çınarın altında oturun mesela ya da  mahallenizdeki bir pastanede kahve için, komşularınızla selamlaşın, sohbet edin, vapura binin ve simidinizi martılarla paylaşın ...nereye, ne kadar, varabilirseniz.  
Sevgiyle,